Ahmet Altan’ın gazına gelmek!

Ahmet Altan’ın gazına gelmek!

Yanılmıyorsam 1992 yılıydı.

Fanatik bir Ahmet Altan takipçisiydim. O tarihte Aktüel Dergisi’nde yazıyordu ve istisnasız her hafta yazısını dikkatle okuyordum.

Ahmet Altan’ın o yıllardaki medya transferleri “Türkiye’nin en iyi yazarı bizimle” diye duyuruyordu…

Korkunç bir birikim… Harika bir Türkçe… Şahane dil kıvraklığı ile bizi büyülüyordu.

Her fikri benim için amentüydü.

Onun teorilerini sorgulamak haddimize miydi?

Yine o tarihlerde bir dolandırıcı haberi çıkmıştı dergilerden birinde. Diyordu ki “İstanbul’da uyanık başına 12 keriz düşüyor.”

Gülüp geçmiş, eğlenmiştik bu söze…

Nerden bileyim onlardan biri de benmişim!

Büyük düşünürümüz(!) Ahmet Altan’ın Türkiye’nin sırtındaki yükler teorisi çok ilgimizi çekmekteydi.

Altan’ın 3 K tespiti

Yani: Kürt, KİT ve Kıbrıs sorunu olarak formüle etmekteydi.

Altan, Kürt sorunu için,” Yahu sürekli zarar ettiğiniz bir yeri büyük bir iyilik yaparak sizden istiyorlar. Boşuna milyarlarca dolar harcayarak bu bölgeyi elinizde tutup boyuna zarar ediyorsunuz. Verin gitsin” formüle ediyordu.

KİT’ler için ise “satın anasını da satarım” önerisi yeterliydi.

Kıbrıs için de benzer bir görüş savmakta sözü “çıkın, orada ne işiniz var. Ekonomimize yük” demeye getiriyordu.

Aynı yazar vatanseverlik için de “Ben, kadınları sevmeyi tercih ederim” diyordu.

Kendisini de yedek subaylığını Kıbrıs’ta yaptığı için güya adaya ayrı bir önem veriyordu.

Bir keresinde Türkiye’nin 1974 yılı 20 Temmuz’unda yaptığı çıkartma ile ilgili bir yazı da kaleme almıştı.

TSK düşmanlığının nedeni ne acaba?

Ahmet Altan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1974 yılında gerçekleştirdiği amfibi çıkartmasının büyük bir beceriksizlik olduğunu, çıkılacak en kötü noktaya, yani makineli tüfek yuvalarına denizden çıkartma yapıldığını ve ağır kayıplar verildiğini yazmıştı. Bu taktik facianın kara bir leke olarak Silahlı Kuvvetlerin boynuna asıldığını, bu fiyaskonun dünya harp okullarında taktiksel fiyasko olarak öğrencilere okutulduğunu ve rezil olduğumuzu yazıyordu. Yani TSK’nın beceriksizliğine dikkat çekiyordu.

Yazarın namusu konusunda o zamanlar şüphemiz yoktu ve dediklerini doğruluğuna inanıyorduk. Yıllarca babası Çetin Altan’a abilerimizin inandığı gibi…

Altan’ın verdiği bu bilgiyi birçok dost sohbetinde çok kere kullandım. Öyle ya, kaynağımız çok namuslu çok cesur bir entelektüeldi.

TSK’nın, Mehmetçiği Rum makineli tüfek mevzilerinin önünden sahile çıkarttığını ve çok ağır kayıplar verdiğini anlatıp durdum yıllarca. Hatta anlattığım kişilere “Bunu kayıpları artırıp milli tepkiye çevirmek için bile bile yapmışlardır” yorumları ile süsledim.

Bu yanlış bilgiyi yaklaşık 17 yıl taşıdım ve yaydım.

TSK ve Allah beni affetsin!

2010 yılında, Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili senaryo yazma hazırlığına başladım. Doğal olarak araştırmaya, okumaya koyuldum.

İki defa Kıbrıs’a gittim. Birinde Ali Korsan da bana yarenlik etti… Mücahitler ve gazilerle görüştüm. Savaş alanlarını gezdim.

Anı kitapları, kurmay subayların kitapları derken epey bir kaynak taraması yaptım.

Dikkat! Akil adamlarımız çakma

Ne öğrendim biliyor musunuz?

Ahmet Altan’ın yıllar önce yaptığı tespitin tamamen yalan olduğunu!

Evet, aşağılık bir yalan!

Karanlık yüzlü ailenin kapkara yüzlü ferdinin yazdıkları hala aklımda…

Peki, bir insan bu yalana neden gereksinim duyar!

Bunun tek bir yanıtı olabilir: Hainlik! Uyuyan hücre vs. 2007 Ergenekon hazırlığı!

Kuruluşu milattan önceye dayanan bir ordu… Sayısız destan, sayısız kahramanlık, sayısız stratejik miras! Dünya orduları arasında haklı bir saygınlık vs.

Nedense Tatar Hasan Paşa’nın torunu Ahmet Altan’a bunlar yetmemiş!

Türk Ordusu ile bir sorunu var.

Şimdi çıkarttığı TARAF gazetesinde de bunun izlerini görebiliyorum.

Babası da yıllardır Milliyet Gazetesi’nde çiçek-böcek yazıyor? Ülke yıkılıyor ama Çetin babanın keyfi yerinde! Demek ki kendisinden böyle yazılar yazması isteniyor.

 

Bunlara birileri emir veriyor: Karala!

Konumuza dönelim.

Ahmet Altan’ın facia dediği çıkartma bölgesinde kaç şehit ve yaralı vermişiz bilin bakalım!

Söyleyeyim:

Yazı ile: Sıfır, rakamla:0

Amfibi çıkartma, bilimsel askeri tahlillere göre yüzde 40-50 kayıp göze alınarak planlandığını hatırlatırım!

Yanlış okumadınız aynen böyleymiş.

 Kusursuz plan

 Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs çıkartması 20 Temmuz günü üç aşamada gerçekleşiyor.

Denizden çıkartma, havadan atma ve helikopterlerle indirme.

Kıbrıs’a denizden çıkartma Girne’nin beş mil açığındaki Pladini Plajı’na yapılır.

Sıfır şehit, sıfır yaralı ile gerçekleşir çıkartma…

İlk kayıplar saatler sonra Rum tank saldırısında 3 Geri Tepmesiz Top mürettebatının şehadetidir.

 Paraşütçü komandolar da kayıpsız iner. Helikopterlerle gelen Bolu Dağ Komando da sıfır kayıpla adaya intikal eder.

Düşmanın gücü 40 bin civarıdır. Adayı çıkan Türk askerinin sayısı ile ilk gün Rum birliklerinin nerdeyse 8/1 oranındadır.

Ordumuz, iman, eğitim ve cesareti ile sayısal eksikliğin sıkıntısını duymaz. Ağır silahlarla donatılmış Rum birlikleri ile ana vatandan takviyeler gelene kadar mücadele eder.

Çıkartmanın ilk gecesi zırhlı birlik destekli Rum ve Yunan Alayı karşı saldırıları yaşanır.

Bir istisna dışında tüm saldırılar püskürtülür.

 Sabah erken saatlerde Türk saldırıları başlar.

Girne’nin hakim dağlardaki tüm Rum mevzileri en önde subaylar olmak üzere yapılan karşı saldırılarla ele geçirilir.

 

(Bu subaylardan biri şu sıralar Silivri Cezaevi’nde konuk.

Dağ Komando Teğmen Muzaffer Tekin, beraberindeki 6 subay arkadaşı ile mücahitleri kuşatan Rum komando taburun dağıtan gerçek bir Türk subayıdır. Üstün Cesaret ve Liyakat Altın Madalyalı bir kahramandır.

Bölgemizde hapis yattığı için hatırlatmak istedim.)

 Uzatmayalım.

Bu savaşta kaybımız dünya standartlarının çok çok altındadır.

Savaşın bilançosu 498 şehittir.

Rumların kayıpları hakkında net bir bilgi yok.

Tahminen 5 ile 10 bin arası olduğu söyleniyor.

 Şimdi sadete gelelim.

TSK çıkartma kararını 17 Temmuz 1974’te alıyor.

TSK, adaya çıkacak birlikleri yıllar, yıllar öncesinde belirlemiş. Hangi alay, hangi tabur adaya çıkacak çok çok önceden belliymiş. Eğitimler buna göre yapılmış. Subay ve askerler hazırlanmış…

Bu süre zarfında muhtemel çıkartma plajlarında “sualtı araştırmaları yapılıyor” gerekçesiyle dalgıçlarımızca sürekli kontrol edilmiş. Rumlar’ın çıkartmaya uygun plajları mayın ve mânialarla ve kıyı başlarını siperlerle takviye ettiği belirlenmiş.

Askeri bilim neyi buyuruyorsa TSK onu uygulamış anlayacağınız.

 TSK, donanımı eski ve yetersiz olmasına rağmen kimsenin tahmin edemeyeceği bir plajdan çıkartma yaparak dünyayı yanıltmış. Şanının boş olmadığını bir kez daha dünyaya göstermiş.

Ahmet Altan’ın beğenmediği TSK işte böyle bir TSK!

Şimdi birçok kişi “Şenol ordu taraftarı olmuş” dediğini duyar gibiyim.

Buyurun deyin, bundan alınmam. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri vatan demektir!

 Çok daha enteresan bilgi daha:

TSK’nın Kıbrıs çıkartması dünya askeri akademilerinde kusursuz plan olarak okutuluyormuş.

Hey Ahmet Altan!

Pentagon 1970’li yıllarda, “Adanın coğrafik durumu çıkartma yapmaya elverişsizdir. Türkler bu adaya denizden asla çıkartma yapamaz!” raporları hazırlamış.

 

Her şey ortada değil mi! Başka söze gerek var mı?

 Not: Kıbrıs Barış Harekâtını başlatan hepimizin bildiği gibi Bülent Ecevit’in değil, Necmettin Erbakan’dır. Bizde böyle bir medya, böyle entelektüeller olduğu sürece tüm bildiklerimizi gözden geçirmeli, yeniden öğrenmeliyiz.

Bu konuya dana sonra değineceğim. Tabii yine kaynak ve belgelerle…

Anamız bizi bugünler için doğurdu!

 Kaynak taraması yaparken birkaç elden doğrulanan öyle bir anı var ki okuduğumda gözlerim doldu.

 21 Temmuz günü havadan inen 230. Piyade Alayı 1. Taburu intikal sırasında Rum havan ateşine maruz kalır. Tiz bir çığlık duyulur.

Bombardıman durmasıyla birlikte çığlığın koptuğu yere koşulur. Bir asker yarı toprak altındadır. Bir eliyle dizinden aşağısı kopmuş ayağını tutmaktadır.

İlk müdahale yapılırken kendine gelir. Komutanı başında ve gözleri yaşlıdır. Asker komutanına döner:

”O yaşlar ne komutanım! Ayak dediğiniz nedir ki? Analarımız bizi bu günler için doğurdu! Verin bir cigara da içeyim” der ve bayılır.

Bir jeep ile sahra hastanesine gönderilir. Yolda, Üsteğmen Sencer Sezai yaralı gaziye görür. Anılarında “Ayağı kopmuş bir asker yanık bir türkü söyleyerek jeep’in arkasında hastaneye gitmekteydi” diyerek anlatır.

 Bu vatansever gazimiz Salih Kabul.

O, Şırnaklı bir KÜRT!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi