Babam

Babam

Hava ayaz, bilmem, kimedir ciğerlerin bu kan tutsaklığı. Hava ıslak, bilmem, kimedir bu gözlerin yaş tutsaklığı. Çekilin, çekilin yoldan, sende çekil geliyorum, başlıyor bu inat hikayesi…Sonunu bilirim ben daha dur öğrenemedin sen, öğrenemezsin!

 

Akşam 5 buçuk – 6. Nede soğuk bu aralık ayı, bakın geliyorum. Sıcacık yapın, ısıtın, içim ısınsın. Başka da bir şey bilmem zaten, öğretin, öğretin bana hayatı.

 

Uzaklardan bir ses “Abi koş paça dudaklı bir oğlun oldu” diye seslenmişti, yalan da değildi hani, bu genç zarif kadının söylediği… Dursan da, sussan da, ağlasan, ciyaklasan da ey gidi koca dünya var mıydı bu soluğa bir nefesin. İlk önce, neden bakıyorsunuz bana öyle dedi, ama çok geçmedi anladı neden öyle baktıklarını. İlk hissettiği duygu garipsemekti, sokakları garipsedi ama geceyi hiç garipsemedi. Sokak lambalarını garipsedi, ama ışığı hiç garipsemedi. Herkes çok severdi onu, nedeni de yoktur hani, sever çocukları herkes. Hele bir de kıvır kıvır sarı saçlı, koca yanaklı bir bebekse… Zaman nerden baksan ordan elinde kalacak, kaldığı yerden de akııııp gidecek bir mesele. Kimine su gibi berrak, kimine sis gibi tutsak. Sisler dağılmış, takvimler bir bir yapraklarını bırakmıştı ve çocuk artık 8 yaşındaydı. Kitaplıkta ona sürekli göz kırpan mavi kapaklı bir dosya vardı. İçinde eskimiş kâğıtlar, anlaması zor yazılar. Ama okuyabiliyordu, hatta o çocuk aklıyla anlamaya çalışıyordu o yazıları. Bunu yazan adam uzaklardaydı, anasından, babasından, sevdiği insanlardan uzaklardaydı. Üzülmüştü çocuk, neydi o adamı sevdiklerinden böylesine uzak tutan, neydi ona bu yazıları yazdıran. Her yazının altında tarih vardı. 1980, 1982, 1985, 1987… Birde kısa notlar… Metris, Kırşehir, Bursa, Sağmalcılar, E tipi cezaevi, hücre, tecrit koğuşu… Bunların hiçbirinin anlamını bilmiyordu, ama merak ediyordu delicesine. Artık bu merak hali dayanılmaz bir hal almıştı ve bir gün babasına sordu. “Baba bu yazıları kim yazdı?” dedi. “Onlar yazı değil oğlum, şiir, benim şiirlerim” dedi babası. Şiirin ne olduğunu biliyordu çocuk ama ilk defa böylesine şiirlerle karşılaşmıştı, daha ilkokula giden küçük bir çocuktu sonuçta, bilmemesi normaldi böylesine hisli şiirleri. “Bu tarihlerin altında yazanlar ne? Metris ne demek? Niye yazdın bu şiirleri” dedi. “Metris bir cezaevi oğlum” dedi babası, “hani gitmiştik ya senle, ziyaret etmiştik arkadaşlarımızı.” Çocuğun iyice kafası karışmıştı “Sen niye şiirlerinin altına bunları yazdın” dedi babasına… “Şiirlerimi gidip o cezaevlerinin önünde yazdım.” demişti babası ve çocuk anlamasa da bu konu o gün kapanmıştı. Çocuk günlerce, haftalarca, aylarca düşündü. Şiirleri alıp bir daha okudu, anlamadı yine okudu. Tekrar tekrar okudu. Neden babası şiir yazmak için cezaevi önlerine gidiyordu, acaba mahkûmları da görüyor muydu dışarıdan? Düşündükçe çıkamadı işin içinden…

 

Şöyle yazıyordu babasının bir şiirinde:

 

BİR İKİ EYLÜL

 

Takvimde olmayan

bir eylül sabahı

giyinmiş yeşilleri

Ve girmiş aramıza

bir kara kedi

Bulmaya çalışırken ben seni

bedenim bedenini

tee dünyanın bilmem neresinden

girmiş aramıza

bir kara kedi

Dehşetle miyavlayıp

Keserken yolumuzu

oynuyordu son kozunu

o vahşi kara kedi…

 

-16/09/1980-

SAĞMALCILAR/İST


Aradan bir yıl geçmişti ve çocuk artık 9 yaşındaydı. Birgün elinde yine o mavi kapaklı dosya, okurken şiirleri. Usulca yanaştı babası, ilk defa bu kadar kendinden emin değildi bakışları babasının. “Oğlum” dedi, “Oğlum, o şiirlerin altında yazan cezaevleri var ya, ben o cezaevlerinde yazdım o şiirleri, 17 yaşında girdim cezaevine, yıllarca ceza yattım ve bu şiirler cezaevi günlerimin şiirleridir.” Çocuk şaşırmıştı, neden cezaevinde yatmıştı babası… Aslında bu sorunun cevabını da almıştı ama bir türlü anlayamıyordu, “Neden suç olsun ki düşünmek?” Devrim ne demekti, devrimci ne yapardı? Bilmiyordu, ama yıllar geçmişti ve artık öğretmişti yıllar ona babasının neden cezaevinde yattığını. Babasını hiç ağlarken görmedi. Sadece cezaevi yıllarını anlatırken gözleri dolardı, ama yine ağlamazdı. Ağlamak ona yakışmazdı, çünkü o daha on yedisinde girdiği cezaevinde 8 sene 8 ay direnmişti. Ona yapılanlar, işkenceler ağlatmamıştı onu, güçlüydü. Cezaevinde anasını özledi, kardeşini özledi…

 

Açlık grevinde olduğu günlerden birinde mahkemesi vardı. Devrimci yoldaşlarıyla slogan ata ata girdiler adliyenin içine, yukarıdan merdivenlerin olduğu koridordan anasıyla, kız kardeşi aşağıya doğru baktılar. Annesi, kız kardeşine “şu çocuğa bak yazık, gencecik çocuk, pekte yakışıklı, bir deri bir kemik kalmış” dedi, kız kardeşi o an bir çığlık kopardı “ABİİİİİ, ABİİİİİM” diye. Diş etleri çekilmiş, kemikleri derisinden fırlamak üzereydi abisinin. Ayakta duracak hali yoktu ama söylüyordu devrim türküsünü yine son sesiyle… Annesi tanıyamamıştı oğlunu, iki damla yaş düştü gözlerinden, lâl oldu ağzı, bir şey diyemedi. Bir tek ruhuna değil, bedenine de yansımıştı işkence izleri genç Hasan’ın. Falakaya yatırıp tuzlu suyun üzerinden yürüttüler, sayısını unuttu. Çıplak bedenini elektrikle giydirdiler, günlerini doldurdu. Yüzlerce kez dövdüler, açılmadık yarası kalmadı, kafasına sopalarla vurdular, ensesine paslı çivi çaktılar. Direndi, sahip çıktı davasına. Çünkü o pişman olacak hiç bir şey yapmamıştı…

 

DUVARIN SESİ

 

Sıra ile dizdiler

bir duvar önüne

Elleri, kolları bağlı idi

dilleri, gözleri bağlı idi

Görmesin diye

duymasın diye

konuşmasın

konuşupta konuşturmasın diye

Üstüne üstüne gelen çelik parçası

canını aldı teninden

canı tenden çıksa bile

görüyordu yarınları

Çelik parçası

girerken tertemiz düşüncesine

can tenini terk etmeden

gözü takıldı özüne

Ve geçmişini

bir kere daha hatırladı

Pişman olacak hiç birşey yapmamıştı…

 

-27/10/1985- BURSA

E.tipi cezaevi

(Hücresi)


Ben, Şafak Can Hınıslı. Biz babamla çok kavga ederiz. Üzdüğüm de olmuştur babamı, babamın da beni…

 

Bana onuru ve şerefi öğreten adam. Bana yaşamanın bir başka canlıya zulmederek yaşamak olmayacağını öğreten adam. Bana bir insanı sevmenin, bir hayvanı sevmenin, bana bir canlıyı sevmenin, her ne olursa olsun çıkarsızca olması gerektiğini öğreten adam. Hasankala’lı Ruşen’in torunu, Eşref Usta’nın oğlu, Devrimci Hasan… 17’nde girip 26’ında çıktın o demir parmaklıklardan. Yılmadın, savaştın her zaman. Zulmün en büyüğünü, dayağı ve işkenceyi gördün. Kadının en güzelini, aşkı ve terk edişi gördün. Paranın en büyüğünü, hırsı ve ihaneti gördün. Bazen boğazına düğümlendi kelimeler, bazen haykırdın sağır kulaklara… Yine de unutmadın davanı…

 

Çocuktum, kedilerin kuyruğuna teneke bağlayan, plastik boncuklu tabancalarla onlara zarar veren, karıncaların üzerine basıp onları ezen başka çocuklar gördüm. Üzüldüm, bazen ağladım. Hiç onlardan olmadım, isyan ettim bazen, kavga ettim. Küfrü öğrendim, kötünün ne olduğunu kötü olanın kim olduğunu anlamaya başladım o yaşlarda. Paylaştım, simidimi paylaştım. Bağırdım, haksızlığa bağırdım. Ağladım, halimize ağladım. 1 somun ekmekle doyurmak için karnımızı zamanında köşeye bucağa düşen 5 bin lirayı (altı sıfır öncesi) aradığımız günleri, cebimizde ki son parayla benim resim dersi için boya kalemi almak yerine yardım ettiğimiz fakiri, bin kere iflas etsekte binbir kere açtığımız iş yerini, ama her ne olursa olsun onurlu bir geçmişi hediye eden adam. Ve sana senin gibi onurlu bir evlat veren kadın, canımın parçası anam.

 

“Marifet, herkesle yan yana gelmek değil, adam gibi adamlarla omuz omuza vermektir.” dedin sen. Bin kere ihanete uğradın, bir kere satmadın ne davanı, ne dava arkadaşlarını. Milyonlara seslenemedin ama “Yanlış insana doğru şeyleri anlatacağınıza gidin duvara hayat hikayenizi anlatın! Belki duvara kulağını dayamış biri vardır” dedin milyonlara umut verdin.

 

Bana mal – mülk, para pul değil. Gururla taşıyacağım bir soyadı verdin.

 

Belki biraz sonra yine kavga edeceğiz, belki bağıracaksın bana, belki ben sana…

Üzeceğiz bir birimizi, olmadık laflar söyleyeceğiz belki de. Ama şunu hiçbir zaman unutma. Gurur duyuyorum senle Baba! Dostum dediklerin bin kere ihanet etse de, ben ve anam binbir kere yanındayız Baba. Ve bu “Can” bu bedende durdukça, hafızam benimle oldukça. İhaneti ibadet sayanlar, bu “Can”ı tanıdıkça saklanacak delik bulamayacaklar Baba. Sana sözümdür Baba.

 

Adamsın, Adam gibi Adamsın BABA!


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi