Cihan Güner

Cihan Güner

Ben Esenyurt'um sevgili..!

Ben Esenyurt'um sevgili..!


“Her kent, içindeki yabancılarına tereddütle bakar. Bedel ödetir kendinden olmayana. Bir yabancı ne kadar taviz verebilirse, bir kent o kadar alışabilir yabancısına. Ve aşk, içinde barınabilmemiz için taviz verip, bedel ödeyeceğimiz o kentten hiç de farklı değildir.”
 
Bunları konuşuyorduk bir dostumla. Yeni bir göreve başlamıştı. Ardı arkasına birbirini takip edip önümüzden geçen belgelerin, biri susmadan bir diğeri çalan telefonların, projelerin, rotatiflerin arasına ancak bunları sığdırabilmiştik. İki kat aşağıda, çay içip konuşabileceğimiz bir yer olduğunu ve benimle konuşması gerektiğini söyledi.
 
Söze başlamadan önce ellerini masanın iki yanına tutuşturan dostum, ne zaman böyle davransa, benim durumumu kötü yönde etkileyecek bir şeyler anlatırdı. Bunu bildiğimden habersizce, söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor, kelimeleri en zayıf tarafından seçmeye çalışıyordu. Birazdan anlatılacak olanlar, benim bir yanımı alıp götürecekti, biliyordum... Burası, beni hayata bağlayan bir materyalin kopma noktasıydı ve ben bu sürece katkıda bulunmak istemiyordum, susuyordum.
 
Senden bahsetti bir süre. Bir süre için başka bir şehre gittiğini söyledi. Kendini iyi hissedince beni o şehirden arayabileceğini anlatmış, habersice çıkıp gittiğin için kırılmamamı istemişsin.
 
Sevinçler içine tasvirler katılarak büyüyorsa eğer, acılar bunun aksine basitleştirildiği oranda daha kolay sindirilebiliyorsa, en doğru olanını yapmıştı dostum. Gidişinin derinliklerini anlatmamayı, kendi düşüncelerini katmamayı tercih etmişti ilk kez.
 
Gene o garip cümleyi, yani aşkın içinde barınabilmemiz için taviz verip, bedel ödeyeceğimiz o kentten farklı olmadığını tekrarladı. Elime bana ulaşmasını istediğin kağıdı tutuşturdu. Görevinin başına dönmesi gerektiğini ve birazdan geri döneceğini söyleyerek, yanımdan ayrıldı.
 
Ben ve ummadığım bir anda başka bir şehirde oluşun yapayalnızdık şimdi... ben ve hiç tanımlayamadığım bir günde beni terk edişin... ben ve varlığının senden kalan tek bir kağıttan ibaret oluşu bir aradaydık işte...
 
Yalnızım, demişsin...
 
Yalnızsın... Bunun için ne kadar suçluyum bilemezsin. Yalnızsın ve bunu ilk defa yaşadığını sanıyorsun. Oysa ben, sevgilin sayıp o derin boşluğa sarıldığın günden beri yalnız olduğunu biliyordum. Her gece saatlerce yazı yazmaya, benimle bölüşemediğin yaralarına kelimelerle tuz basmaya başladığın günden beri yalnızdın sen... Yalnızsın, bilsen ne kadar suçluyum yalnızlığına dokunamadığım için...
 
Keşke benim yaşam tarzımla uğraşmıyor olsaydın, keşke beni kendi değer yargılarınla, kendi kültürünün ölçüleriyle şekillendirmiyor olsaydın, keşke hep taviz veren taraf ben olmasaydım, şimdi başka bir şehirde benliğimi arıyor olmazdım, demişsin...
 
Bizler kentli olmayı içimize sindiremedik sevgili... Bizler, bu kente yaşıyor olmak için değil, kendi memleketlerimizde tutunamadığımız için geldik. Hep tercihlerin uzağında, zorunlulukların yakınında yaşadık. Bize kentli olabileceğimizi anlatmadılar... Bizi yadırgadılar hep. Hatta öyle bir zaman vardı ki, bizi ayağımızın çamurundan tanıdılar. Bozuk şivemize sövüp saydılar. Hepimiz tonlarca acizlik taşıyorken yüreğimizde, bizden korkarak uzaklaştılar. Bunun acısından olsa gerek, kentli olmanı istememiştim... Onlar gibi olmamalıydın. Yine de seni dönüştürmeye çalışmamalıydım, biliyorum. Yanılgılarımın, senin “keşke”lerini örtmeyeceğini iyi biliyorum.
 
“Saplantılarının esiri olduk hep, bırakıp geldiğin topraklara bağlı olmanı saygıyla karşıladım, buna karşın sen hep, içinde yetiştiğim kent kültürünün yoz olduğunu kanıtlamaya çalıştın”, demişsin...
 
Ben Esenyurt’um sevgili...
 
Doğunun bir köyünden, oyuncakları apar topar otobüse sıkıştırılmış, koca bir kentin ortasına bırakılmış çocuğun yüzündeki ağlamaklı çelişkiyim. Bir tekstil şirketinde, onlar gibi konuşmaya, onlar gibi yürümeye, onlar gibi giyinmeye ve durmadan çalışmaya bırakılmış narin bir köylü kızının, şirkete ilk girişindeki korkunun içindeyim hep...
 
Madem kentli olmak tavizi gerektiriyor... Madem aşkta barınmak gibi bir şey bu... Madem, yıllarca birbirimizi eksiltmeye uğraşmışız... Kendi payıma düşen tavizlerimi bir bir sıralayıp, o şehirden döneceğin yollara döküyorum şimdi...
 
Dün, dostumu beklemekte olduğum masadan, onun gelmesini beklemekten vazgeçip kalktım. Koridorda ilerlerken yanlardaki odalar dikkatimi çekti... Resim kursu, saz kursu, bilgisayar kursu gibi odalar... Çıkmak üzereydim ki, opera odasından gelen mahur beste çok şey anlatıyordu...
 
Aslında Esenyurt, kent kültürünü; kentse Esenyurtluyu içine alıyordu o mahur beste çalarken...
 
Dışarıya kadar bana ulaşan o mahur beste ne anlatırsa anlatsın, aslında bizi anlatıyordu sevgili...
İlk tavizi Esenyurt veriyordu...
 
Kendimi Esenyurt'un caddelerinden birinde düşünüp yürürken buldum sonra..
Kulaklarımda mahur beste halen çalıyordu...
 
Esenyurt bir aşka ne kadar da benziyordu...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cihan Güner Arşivi