Bir politikacı olarak Özcan Işıklar

Bir politikacı olarak Özcan Işıklar

Bir politikacı olarak Özcan Işıklar
 
Yıl 1988
 
Özcan Işıklar ile ilgili şahit gösterebileceğim anılara sahibim. Eski arkadaş sayabileceğimiz çok sayıda ortak arkadaşımız var.
Sayın Işıklar ile ilk tanışmamız 1988 yılında, kırgın ve devrimden yana umudunu yitirmiş sosyalistlerin sığınağı durumundaki SHP çatısı altında gerçekleşti.
Şahısta, görüntü itibariyle kültürlü, sözü-özü bir, diksiyonuna dikkat eden, gerektiği zaman ve gerektiği kadar konuşan adam gibi bir adamım duruşu vardı.
Partide sıklıkla gerçekleşen toplantıların -ki genelde cuma akşamı olurdu- yıldızı bu arkadaşımızdı.
Diyaframdan kullandığı sesiyle adeta final konuşması yapar, birlik-beraberlik türünde beylik laflardan sonra mutlaka ama mutlaka ezberlediği ünlü düşünürlerden özlü sözlerle bitirirdi tiradını.
Hal böyle olunca kısa sürede kendisine bir hayran kitlesi yarattı.
Bizler, Işıklar’ın da dahil olduğu partinin sol kanadıydık.
 
Yıl 1989
 
Özcan Işıklar’a göre Selami Değirmenci ile belediye seçimlerine girilmesi ve kazanılması kazananların gerçekte kaybedeceğimiz bir zaferdi.
Bu zafer O'na göre aslında gelecekte bir yenilginin ilanıydı...
Işıklar, yine o tarihlerde uslanmaz bir Hüseyin Şahin -Hasan Karan karşıtıydı.
Bir ara partideki toplantıda Hüseyin Şahin’e "Hasan Karan'ın bürosundan çıkmıyorsun" diye laf atması üzerine işi yumruklaşmaya kadar vardırmıştı.
Erdem abidesinin sözlerine, başta ben olmak üzerine birçok partili değer vermekte, Hüseyin Şahin ve Hasan Karan'a diş bilemekteydi.
Günler aylar geçti.
 
Yıl 1990
 
Yerel seçimleri zorda olsa Değirmenci kazandı…
İki numaralı isim tartışılmaz bir şekilde Hüseyin Şahin oldu!
Bizimki hemen Selami Değirmenci ile yakınlık kurdu.
Ardından, Hüseyin Şahin ile dost oldu.
Akabinde Hasan Karan'ın bürosunun müdavimleri arasında yerini aldı.
Bu durumu eleştirenlere de ,"Bazı arkadaşlar her gün aynı abdestle namaz kılıyor!" diye savundu. Bu değişimi merak edip soranlara da "Politikada uzun süreli dostluk ve düşmanlık olmaz!" deyişi ile savuşturdu.
Bu değişim kısa sürede kazaca dönüşmeye başladı ve arkadaşımız belediyenin kooperatifinde görev almaya başladı.
Ancak, kooperatifler birliğinin başına Değirmenci kimsenin sevmediği bir isim olan Ömer S. Çetin'i Genel Müdür atadı.
Hazmedemeyenlerin başında yine O vardı.
Çetin, sevilmeyen adam olmasının ilk bedelini bu kooperatiften atılarak ödedi.
Kellesini aldırtanların başında ise Özcan ışıklar ile Yavuz Çengel vardı…
Atılmasının gerekçesi o tarihte açıklanmadı.
Zaten kimse de merak etmemişti.
 
Yıl 1992
 
Derken yasaklı CHP açılıverdi.
Partideki koyu Baykalcılar hemen Deniz Baykal'ın trenine koştu.
Yıllarca Ecevit'i solu bölmekle suçlayan Baykal, SHP'den ayrılarak CHP'nin başına geçmişti.
Bizim kurmay arkadaş, sözde İnönücü idi.
Yerinden kıpırdamadı.
Ama Baykalcılar’a da tavır almadı…
Çünkü ekmek, Baykalcılar’ın elindeydi…
 
Yıl 1994
 
1994 yılında yerel seçimler gündemdeydi.
Bizimkisi artık figürasyonda yer almaktan sıkılmıştı.
Hemen meclise aday oldu.
Artık, geçmişte yaptığı özlü sözlerden örgülü konuşmalarının nimetlerini toplamak istiyordu.
Önseçimde beklediği desteği aldı.
Sonra SHP çatısı altında rakibi CHP'li Selami Değirmenci hakkında atıp tutmalara başladı.
Hatta bir gün Silivrispor Kulübünde otururken yanımıza geldi.
Değirmenci'nin durumu hakkında, “Vallahi kendisine acıyorum!” türünden laflar etti.
Ancak, pek değerli uzman politikacımız yanılıyordu.
Benim gibi birçok arkadaşım Değirmenci'ye oy verdi.
Aynı şeyi Silivrililer de yaptı ve Değirmenci ikinci kez seçimi kazandı.
Silivri'deki partisiz solcular sevinmiş, bazı partili solcular üzülmüştü.
Sevinen partisiz solcular daha sonra Değirmenci'ye muhalefet etmeye, uzaklaşmaya başladı.
Değirmenci kazandı diye üzülenler onun yanına sızmaya başladı.
 
1995 yılı
 
Neyse, uzatmayalım...
 
Erdem abidesi bu sızma müfrezesinin neferleri arasındaydı.
Belediye Kültür Evi açılışı vardı.
Yerel gazeteci olarak oradaydım
İçki servisi ile ilgilendikten sonra hafif çakır-keyif olmuştum.
Bara dönüştürülen çay ocağında içkilerle ilgilenirken çaprazımdaki ikili dikkatimi çekti.
Gruptan biri Belediye Başkanı Selami Değirmenci ile CHP İlçe Başkanı Eşref Balaban, diğeri ise Özcan Işıklar ile Cengiz Ağpur’du...
Yalnız, Işıklar ve Ağpur'un -ki o zamanlar kankaydılar- duruşları biraz garibime gitmişti.
Nasıl mı duruyorlardı?
Anlatayım: Değirmenci ile Balaban yan yana, tam karşısındaki Işıklar ile Ağpur askeri nizamda. Işıklar ve Ağpur serbest vuruş karşısında gardını alan futbolcu gibi iki elleri ile hazinelerini korumakta, saygıda kusun etmemekteydi...
Daha fazla dayanamadım ve Işıklar ile Ağpur'un yanlarına sokularak," Hayrola çocuklar başkanlar frikik mi atacak?" deyip hemen oradan uzaklaştım.
 
Işıklar ve Ağpur'un yüzü mosmor kesildi...
 
Ancak saygıda kusura meal vermeden o duruşu başkanlarının sözleri bitene kadar sürdürdüler.
Bir gün sonra Işıklar beni yolda durdurdu ve teessüflerini şaka ile karışık ,"Seni o gece yolda araba ile aradım. Görseydim vallahi ezecektim" diyerek iletti...
İşte böyle bir zavallı anımı anlatıp ilerlemek istedim...
 
 
Nerde kalmıştık, ah evet...
Erdemli kişiler yine kaybetmiş, fırsatçılar yine kara geçmişti.
"Altın Çocuk", hemen "acıdığı abisinin" kanatları altında yaşamını idameye koyuldu.
 
Politikada ve hayatta birinin kanatları altında olmadan asla yağmurla yüzleşmedi...
Durakta beklemedi, ilk gelen otobüste yolculuğu seçti.
O otobüs de hep politika ve Değirmenci otobüsüydü...
Yıllarca politikadan ekmek yedi.
Daha sonra "acıdığı abisi" onu başkan yardımcılığı görevine de atadı.
Derken dengeler değişiverdi.
 
Yıl 2004
 
Değirmenci, CHP'den ayrılarak Genç Parti'ye geçti...
(Yıllarca Ecevit'e bölücü yaftası yapıştıranlar neler yapmadı bu ülkede)
Abisi gidince bizimki durur mu?
Hemen CHP'den istifa etti.
Genç Parti saflarına abisi ile birlikte katılmaktan son anda caydı.
 
Yerel seçimleri bağımsız bir "alim" olarak geçirdi!
Kurnazdı; seçimleri Değirmenci ile Yılmaz Kandemir arasında tarafsız kalarak savuşturdu.
Hangisi kazanırsa onun yanına sığınmanın hesaplarını yaptı.
İkisi de kaybetti.
Yani, herkes kaybetti "kasa kazandı"!
Bizimki hemen bir çıkış yolu buldu.
 
Yıl 2005
 
Nasılsa hayattaki beceriksizlikleri makam sahibi yapan politik bir sistemimiz vardı.
Doğru Çorlu'nun yolunu tuttu!
"Altın Çocuk" burada bir süre vatana-millete hizmetlerini sürdürdü.
Ama onu kesmezdi bu hizmetler ve daha çoğunu istedi.
Seçimler yaklaşıyordu.
 
Yıl 2009
 
Hemen CHP İlçe Başkanı Abdullah Yıldırım'a yanaştı.
Yıldırım, bu arkadaşı partiye sunmak için her gece kahvehanelerden topladı, gazozuna oynadığı yanık partilerini böldü, partiye ve Baykal'a yaklaştırdı...
Maraton sonuç verdi. CHP adayı oldu.
Tarafımca belgelerle hırpalanan AKP'li Hüseyin Turan'ı güç de olsa geçerek ipi göğüsledi.
Kendisini Belediye Başkanı yapan Abdullah Yıldırım'a geçici vefasını gösterdi.
Başkan yardımcısı yaptı.
 
 
Yıl 2011
 
Çok geçmedi, kral ile bahçıvan arasındaki hikâyeyi günümüze taşıdı.
Kralın bahçıvana vefasına benzer bir yöntemle Abdullah Yıldırım'ı görevden alıp aslanların önüne attı.
 
Bu tavrının gerekçelerini asla açıklamadı, açıklayamadı...
 
Göreve geldiği günden bu yana kimseye yaranamadı.
Montaigne'in dediği gibi, "Gideceği limanı bilmeyene hiç bir rüzgârdan fayda gelmez!" sözüne “özne” oldu.
Aradan nerdeyse iki yıl geçti ve ortada CHP'lilerin göğsünü kabartacak hiç bir işe imza atmadı.
Silivri’de kime sorsam oy verdiğine bin pişman!
Karşılıksız destek veren insanların bu düşüncede olmasına kahroldum.
Ne diyeyim ben size daha?
 
Sizin solunuzla benim solum farklı beyler
Hamoğlu’na kıyakla başlayan köşe sataşmalarımıza sayın başkandan hiçbir açıklama, yalanlama gelmedi.
Halkçı CHP’lilerden de bir açıklama yapılmadı. !
“Zengine yapılan neden yoksula yapılmıyor” dedik.
Solcularımızın ne yüzü kızardı, ne gururları incindi!
Çatalca’nın solcularına Erguvan Kent ile ilgili sorular sorduk belgeler talep ettik.
Çıt çıkaramadılar!
“Kime gidecek bu 300 daire?” diye sorduk ses veren yok!
Görevimiz gereği “halkı bilgilendirin” dedik ama solcularımızdan ses-seda çıkmadı.
Peki, halk ne yaptı?
Halk sahip çıktı mı?
Hayır!
Sağ partiden, solcu transfer eden CHP’ye ben daha ne diyeyim dostlar?
Dedim ya bu arkadaşların solculuğu ile bizim solculuğumuz örtüşmüyor.
 
İsveç’te sol parti aralıksız 40 yıl iktidarda kaldı.
Olof Palme efsaneleşti!
“Bunu nasıl sağladılar” diye merek ettim, araştırdım.
Nasıl mı başarmışlar, sormayın; bana çok komik geldi!
İsveç solu işe yerel iktidardan başlamış. Belediyecilikte öyle güzel ve dürüst icraatlar ortaya koymuşlar ki halk da onları hükümette 40 yıl sırtında taşımış.
Evet, aynen böyle…
Bunu nerden öğrendim biliyor musunuz? 
O daha da komik: Silivri SHP’nin kütüphanesinde bolca bulunan Anıl Çeçen’in “Sosyal Demokrasi: Nedir Ne Değildir” kitabından…
Bizde ise tam tersi oldu.
1989 yerel seçimlerinde SHP sildi-süpürdü ANAP’ı yerle bir etti…
Bunu ‘iktidara geliyoruz’ olarak yorduk o zamanki saflar olarak.
Ama nerde!
 
SHP’li belediyeler 5 yılda yerlere serildi!
 
Yolsuzluk, adam kayırma, beceriksizlik aldı yürüdü.
SHP’li İstanbul, İzmir ve Ankara belediye başkanları görevlerini bırakıp genel başkanlarını beğenmemeye ve ona rakip olmaya kalktılar…
Rahmetli Erdal İnönü, daha fazla dayanamadı ve politikayı bıraktı.
Ondan sonra da parti muhalefette erimeye başladı…
Solcular kalelerinde dinciler iktidar olmaya, üstelik bunu kaptırmamaya başladı.
Sol nerede iktidar olmaya başladı hiç düşündünüz mü?
Bakın İstanbul’a görürsünüz, tamamı zengin ilçelerdir…
Evet, evet! Ne kadar acı ve düşündürücü değil mi?
Düşünebiliyor musunuz bir parti muhalefette oy kaybediyor ve kaybetmeye devam ediyor?
Nedeni çok basit, Silivri, Çatalca ve B.Çekmece’ye bakarsanız anlarsınız!
 
 
 
Beceriksiz iftira atar, becerikli belge sunar!
 
Sayın Özcan Işıklar, lütfen yalan atmayınız!
Sizinle uğraştığım falan yok!
Sadece görevimi yapıyorum.
Gazetecinin görevi muhalefet etmektir. Size bugüne kadar ne hakaret ettim, ne de belgelendiremediğim bir ithamda bulundum.
Ben size nasıl “hırsızsınız” diyemiyorsam sizin de bana “tetikçi”, “kafa kopartıcı”, “avanta bekleyen” deme hakkınız yok!
Yazdıklarım ile ilgili yanıtlar vermek yerine işi dedikoduya döküyorsunuz.
Ben sizinle ilgili dedikoduları buradan yazsam sokağa çıkamazsınız!
(Mesela arkadaşın bir kooperatif toplantısı için kaldığı otelde perde mevzusu vardır ki anlatsam küçük dilinizi yutarsınız!)
Neymiş efendim, ben sizden basın danışmanlığı istemişim de siz vermemişsiniz de ondan sizinle uğraşıyormuşum.
Bunu yapan da yapmadan yaptı diyen de alçaktır…
Bu talebim sırasında da Milliyet Gazetesi muhabiri idim. İBB muhabirliğinin yanında iki yıl başbakanlık muhabirliği ile cumhurbaşkanlığı muhabirliğini birlikte yürüttüm.
Ne yani, krallığı bırakıp sizin maskaralığınıza mı soyunacaktım?
Ben hayatımın son 11 yılını belediye başkanlarının basın danışmanları ile geçirdim. Ne hallere düştüklerine sıklıkla şahit oldum.
Böyle bir işte gözüm olsa samimi ilişkim bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’e rica eder, en rahat yerde bu görevi yapardım.
Sizinle ilgili yazdığım ve sorduğum her türlü soru belge desteklidir ve kesin ifadelerle doludur. İçinde iddia etti, ne şu-bu dedi türünden bir cümle yoktur.
 
Çok ayıp!
 
Siz değil miydiniz bana kitap işi vermeye kalkan!
Ben değil miydim “Kitap, profesyonellik ister ben vakit ayıramam, yapamam” diyen?
Sizden sadece Silivrili bir Plevne kahramanının kitabını bastırmanızı ve okullara dağıtmanızı istedim.
Evet, bu işten üç-beş kuruş kazanacaktım.
Kabul etmediniz ve ben üsteledim mi?
 
Siz değil miydiniz, “Silivri ile ilgili doktora tezlerini kitaplaştırıyorum, ikinci bir kitap için bütçem yok!” diyen…
Bu yanıtınıza kızdım mı?
Evet, kızdım!
(Osmanlı Tarih bölümü mezunu arkadaş tarih ile ilgili değil de Doktora tezlerini kitaplaştırmayı uygun görüyor. Hangi Silivri’nin bu tezler umurunda kuzum? Söyler misin doktora tezleri ne zamandır kitaplaştırılıyor? Bunlar fotokopi ile çoğaltır, kütüphanelere konulur. Dileyen okur! )
 
Bundan başka sizden ne bir iş ne de başka bir şey istedim.
Bana gösterdiğiniz bu saygısızlıktan sonra Greko-Romen sitiline son verdiğimi size ve kamuoyuna duyurdum. Geri sayım başladı. Benden belgesiz hiç bir şey beklemeyin. Belgelendirmeye çalıştığım ithamlar ise sizi nereye götürecek düşünmek bile istemiyorum...
Buradan duyuruyorum: Siz bu görevi tamamlayamayacaksınız.
Evet, evet aynen söylemek istediğim budur.
Bu görevde son aylarınızı yaşıyorsunuz.
 Hodri meydan!
Tüm imkânlarım, gazetecilik donanım ve ilişkilerimle sizinle hesaplaşacağım.
Milliyet Gazetesi Haber Araştırma Servisi’nde hangi tekniklerle haber yaptıysam yine o ahlaki duyarlılıkla bunu yapmayı sürdüreceğim!
Buradan yemin ediyorum; iftira ve çamur atmadan belgelerle sizi üzeceğim!
Bundan sonra ilgi edinme yasası üzerinden size bolca soru soracağım.
Yanıtlamayınız da göreyim!
Yanıtlarsanız – ki yasal olarak yanıtlamak zorundasınız- ne hale düşeceğinizi birlikte göreceğiz!
Wait And See!
Stop!
 
 
Özlü söz:
“Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik, bilgili ama karaktersiz insanlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilim, özveriden yoksun bir din anlayışı!
Bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı.
 
Mahatma Gandhi
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi