Ökkeş Ağaoğlu

Ökkeş Ağaoğlu

Osmanlı’yı Kuran Osmanbey Ve Ertuğrul Gazi De Türkçe Konuşurdu!..

Osmanlı’yı Kuran Osmanbey Ve Ertuğrul Gazi De Türkçe Konuşurdu!..


İLK BAŞTA şunu söylemek gerekir ki, Osmanlı’yı kuran Osmanbey ve
Ertuğrul Gazi, çatır çatır Türkçe konuşurdu. Bunu tarih kitapları da
yazar... Dil bilimcileri de... Ama gelin görün ki siz bunu, eskiye
özlem duyan bugünkü siyasi düşüncelilere anlatamazsınız.
Bir defa şunu kabul etmek gerekir ki Osmanlıca, kendine özgü has bir
dil olarak karşımıza çıkmamıştır. Aksine Osmanlı, kendi yaşadığı
döneminde ahalinin de çevre ülkelerinin etkisinde kaldığından dolayı
Farsça - Arapça ve Türkçe karşımı bir dil olarak bünye oluşturmuştur.
Bunun yaşandığı zaman ise 11. yüzyıldır.
Bugün ise, neredeyse bin yıl öncesine dönülerek Osmanlıca diline
dönmenin gerekliliğini ön plana çıkarmışlardır. Oysa Osmanlı tarihinin
ilk ve gerçek dil olan Türkçe’nin, imparatorluğu kuranların
kullanmasını kabul edilmesi tarihi bir zarurettir.
Burada Türkçe’nin özgün bir dil olduğunu kabul etmeyenler, geçmiş
tarihe giderek, imparatorluğu kuranların da Türkçe’den başka bir dil
kullanmadığını çok rahat bir şekilde göreceklerdir.
Eğer Osmanlıca kendine has bir dil olmuş olsaydı, ne Tükçe’den, ne
Farsça’dan ve ne de Arapça’dan etkilenmemesi gerekirdi. Ne yazık ki
Osmanlıca, her üç dilden de etkilenerek karma bir dil olarak ortaya
çıkmıştır.
Peki Osmanlıca’da gramer yok muydu?..
Vardı ama kendi diline has değil... Aksine üç dil olan Arapça - Farsça
ve Türkçe’nin karışımından oluşuyordu.
Eğer gerçek dil tarihinin bugüne kadar geliş tarihine bakacak olursak,
dokuz dilin kullanıldığını da görürüz.
Tarihe baktığımızda 9 dilin Türkler tarafından nasıl kullanıldığına
bakalım. İşte size tarih kitaplarında tarihçilerin yazdığı Türkçe’nin
doğuşundan bugüne kadar gelen yol haritası:
1– GÖKTÜRKÇE
Türklerin kullandıkları ilk dil Göktürk Alfabesidir. Moğolistan
sınırları içerisinde kalan Orhun Yazıtları üstünde görebileceğimiz
Göktürk Alfabesi, Türklerin kullandıkları diller arasında en eski
referans olarak görülmekte. Hunlardan geriye yazılı anlamda eserler
kalmadığı için Hun Göktürk Alfabesine dayalı Türkçe hali hazırda
ulaşabildiğimiz en eski dil referansı. Göktürk Alfabesi, 38 harften
meydana gelir. Dördü sesli olup, sekiz sesi karşılar, geri kalan
harfler sessiz harf statüsündedir. Sağdan sola doğru yazılan Göktürk
alfabesi, yazıldığı gibi okunur.
2– ÇİNCE
Asya'da çağlar boyu varlığını sürdüren Türkler, bölgenin süper gücü
konumundaki Çince’ye de kayıtsız kalamamışlardı. Pek çok yazışmada
kullanılan Çince, ilk Türk kavimlerinin iletişim için sıklıkla
kullandığı bir dildi. Hatta Orhun Yazıtları'nın belirli kısımlarında
da Çince cümleler bulunur. Çince her ne kadar Türklerin aktif olarak
kullandığı bir dil olmasa da, günümüzün İngilizcesi gibi dış dünya ile
iletişimde çok önemli bir yazı diliydi.
3– UYGURCA
Göktürklerden sonra Asya'da hakimiyet kuran büyük Türk devletlerinden
Uygurlar, dillerini Çince altında asimile olmaktan kurtaran bir
alfabeye sahiplerdi. Uygur alfabesi 18 sembolden meydana gelip, 4
sesli harf esasına dayanıyordu. Bitişik yazılan Uygurca, alfabe olarak
varlığını ancak 18. yüzyıla kadar sürdürebilmişti. Günümüzde Uygurca
farklı alfabelerin esareti altında halâ kullanılan bir dil.
4– FARSÇA
Asya'dan Avrupa'ya sistemli bir şekilde göç eden Türklerin
yolculuklarında karşılarına çıkan Türkler, ilk önce Pers topraklarında
büyük bir geçmişe sahip, Farsça ile karşılaşmışlardı. Farsça, Türkler
üzerinde Osmanlı dönemine kadar etkilerini sürdüren, hatta modern
Türkçede pek çok kelimeye kaynak olan bir iletişim biçimiydi.
Özellikle Selçuklular, Gazneliler ve Timurlar gibi büyük Türk
devletlerinde resmi yazışma dili olarak sıklıkla Farsça tercih edilir
ve edebiyat dili olarak da yine Farsça kullanılırdı.
5– HİNTÇE
Dünya tarihine Tac Mahal gibi eserler bırakmış Türk asıllı Babürler
gibi devletler Hindistan'da kurdukları egemenlik dönemlerinde Hintçeyi
aktif olarak kullandılar. Yaklaşık 300-400 yıllık hükümdarlıklarıyla
bölgeye egemen olan Babürlerin en önemli iletişim aracı Hintçeydi.
6– ARAPÇA
Anadolu'ya ilerleyen Türkler İslamiyet'le tanıştıktan sonra, Araplarla
gelişen ilişkilerle birlikte yavaş yavaş Arapçayı yaygın bir şekilde
kullanmaya başladılar. Pek çok alanda etkin olan Arapça, Türkler
tarafından uzun süre resmi alfabe olarak benimsenmiş ve gerek resmi
yazışmalarda gerekse edebiyat dili olarak sıkça kullanılmıştı. Farsça
ve Arapçanın özellikle Osmanlı döneminde bir harman olarak
kullanıldığını düşünecek olursak baskın bir Arapçadan ziyade daha
heterojen bir Arapçanın Türkler tarafından kullanıldığını
söyleyebiliriz.
7– OSMANLICA
28 harfli Arapçanın, sözlü iletişime dayanan Türkçe ve çağlardır
kullanılan Farsça ile harmanlanarak 36 harfli bir dile
dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Osmanlıca, Türkler için bir kadim dil
olmaktan ziyade bir İmparatorluk diliydi. Topraklarının büyük bir
bölümünün yer aldığı Arap coğrafyasının ihtiyaçlarını karşılayan,
Farsçayla gelişmiş bir edebiyatı içerisine alan ve kökleri Asya'ya
uzanan bir sözlü iletişimi yazı diline döken Osmanlıca; 3 kıtada
Osmanlı Devleti'nin etkin iletişim imkanı sağlamıştı. Eski Türkçe
olarak da anılan Osmanlıcanın 13. ve 20. yüzyıllar arasında
kullanıldığı biliniyor. Pek çok araştırmacının "Osmanlı Türkçesi"
olarak nitelendirdiği dil, 1876'da ilan edilen Kanun-i Esasi'de resmi
dil sıfatını "Türkçe" adı altında kazanmıştı. İlgili belgede; “Madde
18 - Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için
devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.”
8– KİRİL ALFABESİ - RUSÇA
SSCB'nin Asya üzerindeki etkisini arttırması ve özellikle Hazar Denizi
çevresindeki Türk bölgelerine hakim olmasıyla birlikte yeni bir dil,
Türkler için önemini kazanmıştı. Kiril Alfabesini zorunlu hale getiren
baskıcı SSCB yönetiminin altında, mevcut kullandıkları dilin
alfabelerini yitiren Kazaklar, Özbekler ve Türkmenler başta olmak
üzere bölgedeki egemen Türkler Rusçanın etkisi altında kalmıştı.
Azerbaycan'ın da etki alanında kaldığı bu grup, günümüzde hala Kiril
Alfabesini bir iletişim aracı olarak kullanmakta.
9– LATİN ALFABELİ TÜRKÇE
Cumhuriyet'in ilanından sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün
getirdiği harf devrimiyle Latin Alfabesine geçen Türkiye, batı
dünyasıyla iletişimi kuvvetlendirmek adına yaptığı bu tercihten karlı
çıktı. Türklerin tarih boyunca sahip olmadığı kadar etkileşimli ve
gelişmeye açık bir iletişim aracına kavuşan Türkler, yeni
alfabeleriyle geçmişteki edebiyat akımlarını sürdürmekle kalmadılar,
yeni edebiyat kollarına da kucak açtılar. Bir egemenlik ve
imparatorluk dilinden ziyade, etkin bir iletişim aracı olan Latin
Alfabeli Türkçe, bugün; Türkiye, KKTC, Kıbrıs ve Kosova'da resmi dil
olarak kabul ediliyor. Bosna, Makedonya, Irak ve Romanya gibi
ülkelerde ise Türkçe bölgesel dil konumunda.

TARİHİ BİLGİLERİ BİR KENARA BIRAKARAK OSMANLICAYA DİL DEMEK BÜYÜK BİR HATADIR...

Yukarıda saydığımız (daha doğrusu fikir olarak alıntı yaptığımız)
tarihi bilgilerin eşliğinde bugün, halâ “Osmanlıca bir dildir”
diyenler büyük bir yanılgı içindedirler. Osmanlıca dil değildir.
Aksine farklı ülkelerden oluşan karma bir dilden oluşmuştur, Varlığını
da imparatorluk döneminde öylece devam ettirmiştir.
Ama hayretimize giden Türk Dil Kurumu neden susar?
Türk Dil Kurumu, 12 Temmuz 1932’de Atatürk tarafından kurulmuştur. Ama
bu kurum ne Türk dilini araştırma açısından bugün gündeme gelen
Osmanlıca’ya karşı Türkçe’nin yıpratılmaması gerekliliğini
savunmuştur. Ne de Atatürk’ün muazzam devrim yaparak dilimizi evrensel
alana yayılmasının arkasında şu ana kadar durmuştur.
Oysa Türk Dil Kurumu, bu alanda tek ses olmalı ve Türk dilinin
yaygınlığını daha da sahiplenmelidir. Bu alanda çalışmalarını daha da
yaygınlaştırmalıdır. Ama nedense bugün Türkçe üzerinde böylesine
eleştirilerin görüldüğü günlerde, kurumun; acilen Türkçe’yi
sahiplenmesini beklemekteyiz.
Biz Osmanlıyı ne övüyoruz, ne de kötülüyoruz. Bu olayın Osmanlının
eleştirilmesine değil... Aksine Türkçe ile yeni genç Türkiye’nin
uluslararası ülkelerde rüştünü diliyle de, sanayisiyle de,
ekonomisiyle de ispat etmesinin önemini vurgulamaya çalışıyoruz.
Ama bunu böyle kabul etmek istemeyenlere, Osmanlıcayı gündeme zoraki
ele alarak kabul ettirmeyi hedef almalarının çok yanlış olduğunu
anlatmaya çalışıyoruz.
Ayrıca...
Türkçe dili üzerinde oynanan oyunların uluslararası tarafı da vardır.
Yani Türklüğün ulusal kültürü yok edilmek üzere. Eğer Türkçe, Türk
çocuklarının elinden alınarak geri bir sayımla tarihin gerisine bilgi
akışıyla itilirse... Bunu takiben de yabancı ülkeler, ülkemizde kendi
dillerinde üniversiteler açarak yabancı dili ülkemize sokarlasa...
Osmanlıcadan kaçan çocuklarımız yabancı üniversitelere giderek onların
kültürünü ve eğitimini alırsa... Bunun adı, Türk ulusunun bitişini ve
kültürünün de batı toplumlarının esaretine gireceğini gösterir.
Bunun devamında ise ne olacak?..
Türk kültürü yok olacak.
Türkiye’nin batı medeniyetlerine erişmesi, kimliksiz bir çalışma grubu
gibi gençlerimizin beyinleri; bu ülkelerin kültürüne ve
üniversitelerine yatay geçiş yaparak hapsolacak.
Sonuç mu?..
Osmanlıca dili, Türkiye’nin kültürünü de... Gencini de... Tarihini
de... Üniversitelerini de... Alıp götürecek ve yok edecek netlikte ve
nitelikte olacak.

2. ABDÜLHAMİT TAHT’A ÇIKTIKTAN SONRA İLK ANAYASAMIZIN 18. MADDESİNDE
“DEVLETİN RESMİ DİLİ TÜRKÇE’DİR” DENMİŞTİR...

Geçmiş yıllarda da bu mesele tekrar önümüze çıktığında epey konuya
girmiştim. Ve aynen şunları demiştim: Tarihimizi tarih kitaplarından
ve değerli araştırmacı yazarlardan incelerseniz eğer, karşınıza şu
güzel satırlar çıkar. Örneğin Erhan Afyoncu, İlber Ortaylı ve
diğerlerinin açıkladıkları Osmanlı dilini yakından birazcık tanıyalım:
– “İkinci Abdülhamid taht’a çıktıktan sonra Avrupa tarzında ilk
anayasamız yapılmıştı. İlk anayasamızın 18. maddesi, ‘Devletin resmi
dili Türkçe’dir ve Osmanlı fertlerinden her birinin devlet hizmetinde
istihdam olunmak için resmi dili bilmesi şarttır’ şeklindeydi. Bu
anayasa maddesiyle devlet görevlerinde Türkçe´den başka dil
konuşulmayacağı ve devletin resmi dilinin Türkçe olduğu açıkça ifade
edildiği gibi bu durum anayasa teminatı altına da alınmıştı.”
– “Meclis açıldıktan sonra devletin resmi dili Türkçe olmasına rağmen
Ermeni ve Rumlar kendi dillerinin de resmi dil olarak kullanılması
için uğraştılar. Milletvekili olmak için Türkçe bilmek zorunluydu. Bu
şartın değişmesi için, özellikle Arabistan´dan gelen vekiller teklifte
bulundular. Bu talebe karşı dönemin önde gelen devlet adamlarından
Ahmed Vefik Paşa "Gelecek seçime 4 yıl var. Akılları varsa bu süre
içinde Türkçe öğrenirler" cevabını vermişti.”
– “Cuma günleri tatildi diye bir şey yoktur. Böyle bir olgu Osmanlı’da
da yoktu, İslam geçmişinde de yoktu. Kuran-ı Kerim Müslümanların
referans kitabıdır; onda da böyle bir emare yok. Cuma namazını cemaat
olarak hep birlikte camide kılmak, Müslümanların gövde gösterisi
olduğu için farzdır. Tarihte Cuma günleri en ağır işlerin yapıldığı da
olmuştur. Cuma saati ibadetini camide yapacaksın, işinin başına geri
döneceksin.”
Görüyorsunuz değil mi?..
Osmanlı’nın da nasıl Türkçe için bastırdığını... Resmi dairelerinde ve
resmi yazışmalarında nasıl da Türkçe’yi ön plana çıkardığını...
Osmanlı Ermeni ve Rum  vatandaşlara nasıl da “Türkçe’yi öğrenin”
dediğini...
Değerli tarih araştırmacılarımızın bu açıklamalarını ve tarihi
gerçekleri bugünkü Türk milleti okumuş ve öğrenmiş olsalardı...
Anayasa’daki Türk’lük kavramının ne kadar yüce ve ulu olduğunu daha
iyi anlamış olurlardı.
İşte tam da burada eğer Atatürk’e “Osmanlı’nın harflerini kabul
etmediği” için kızanlarımız varsa, sakın kızmasınlar. Bilakis Atatürk,
harflerimizi ve dilimizi modern dünyaya daha da yakınlaştırdığı için
kendilerini şanslı hissetmeliler. Eğer dünden kalan düşüncelerle
tarihimizi (özellikle Osmanlı tarihimizi) derinlemesine okumazsak...
Anlamazsak... Dilimizi ve dinimizi incelemezsek... Kime kızarsak
kızalım, haksızlık ettiğimizi anlarız.
Türk dili, Türk ismi ve Türk Milli Marşı her ne kadar araştırılmak
için eleştiriliyorsa, bunun dozunu kaçırmamak gerekir. İlk önce
tarihini inceleyeceksin... Tarihinin nereden gelip, nerede durduğunu
bileceksin... Anayasamızın ilk 3 maddesinin (Osmanlı’nın o Türk diline
önem verdiği tarihlerde yola çıkarak) ne anlama geldiğini çok iyi
düşüneceksin... Savaşlar öncesi ve savaşlar sonrası Osmanlı’ya ve
devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan tuzakların inceliklerini
kavrayarak devletin için, ulusun için, ailen için kendini sorumlu
hissedeceksin.
Zaten Türk milleti, ulus olarak tarihini araştırsaydı... Bugün, ne
Anayasa’nın değişmesi için kendisine anlatılan basit kuralların
hapsinde kalırdı... Ne de (birbirinin asalağı dediğimiz) iki yüzlü
Amerika’nın ve Avrupa’nın sinsi tuzağına düşerdi...
Tekrar tarihe bakacak olursak... Osmanlı bünyesinde yaşayan her halk
kendi dilinde konuşurdu. Çünkü oturmuş bir yasal düzenleme yoktu. Ama
Osmanlı’nın kuruluşundan sonuna kadar devlet dili Türkçe olmuştur.
Devlet resmi dil olarak Türkçe’yi konuşmuş ve sonraları da
yasallaştırmıştır. Osmanlıca bazen de eski Türkçe olarak
adlandırılmıştır.
Kısaca Türkçe, Osmanlı devletinin seçtiği tek dil olmuştur. Buna
itiraz eden olursa (Ki edemezler), tarih kitaplarına baksınlar...
Osmanlı arşivlerine baksınlar... O zaman konunun özetini o belgelerde
daha iyi anlayacaklar. Örneğin Osmanlının kurucusu Osman Bey ve babası
da Türkçe konuşuyordu. Tarih bunun kanıtlarıyla doludur. İkinci
Abdülhamit’in 18. maddesindeki “Devletin  Resmi Dili Türkçe’dir”
şeklindeki yasası, bunun bir kanıtıdır.
Neden?..
Çünkü o güne kadar (yani Osmanlı’nın kuruluşundan Abdülhamit dönemine
kadar) imparatorlukta Türkçe konuşuluyordu da ondan. Ayrıca, hem
topraklarımıza Türkiye denmesinde... Hem üstünde yaşayan ulusumuza
Türk denmesinde... Ve hem de kullandığı dile Türkçe denmesinde bir

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ökkeş Ağaoğlu Arşivi