GIDA VE SU KONUSUNDA BÖLGEMİZİN DURUMU
Temmuz ortasını geçtik. 2011 yılı Mart, Nisan, Mayıs yağışlar bakımından oldukça iyiydi. Çatalca, Saray, Silivri üçgenindeki gündöndü tarlaları bu yıl verimli olacak gibi gözüküyor. Sıkıldıkça kendimi atıyorum ormanlara benim ruhsal terapistim doğa ama iki yıldır gördüğüm manzara beni üzüyor. Verimli topraklarımızda fabrikalar oluşmuş. Hiç birinde arıtma yok. Dereler lacivert akıyor. Takip ediyorum barajlarımızdaki doluluk oranı fena değil. Büyükçekmece Gölümüzü besleyen derelerde az da olsa hala balık tutulacak kadar su var. Günde yaklaşık 2 milyon m3 su sarf eden İstanbul’un ilersi karanlık görülüyor. Yaptığım araştırmaya göre barajların doluluk oranı yüzde 75-80 Istıranca derelerini getirdik. Melen Çayını getirdik ama İstanbul nüfusu artmaya devam ediyor. Gittim Terkos Gölünün çevresini gezdim. Oradan Karaburun’a geçtim. Trakya’nın en önemli su havzasında 3. Köprü yolları hızla ilerliyor. Büyük bir kısmında asfaltlama çalışmaları sürüyor. Tepeler tıraşlanıyor, vadiler dolduruluyor. Yollarımız en önemli ormanlarımızdan geçecek. Devebağırtan yokuşunda 1998 yılında oluşturduğumuz çamlık kamyon şoförlerinin izmaritlerinden 3 kere yandı. O güzelim ormanların ne olacağını düşünebiliyor musunuz? Biz ne dersek diyelim. Yollar yapılacak birilerinin kapattığı araziler, yolları yapanlar iyi paralar kazanacak, biz susuzluk çekeceğiz. Hep düşünüyorum 3 göl havzasında köylümüze ekolojik tarımı anlatsak, örnek bahçeler yapsak onlara daha iyi kazançlar kapısı açsak. Bu düşünceyle Balaban köyüne gittim. Kahvede güzel giyimli insanların oturduğunu gördüm. Bir kısmı dışarıda çalışmış emekli olmuş insanlardı. Niyetim onlara organik tarıma yönlendirmekti. Projeden bahsettim. Ama köy kahvesindeki insanlar pek oralı olmadılar. Hatta “boş ver be bey, bizim rahatımız iyi” dediler. Konuşmalarımızın bir noktası beni mutlu etti. O da yüzlerce yıldır orman yangını yaşamadıklarını, ormanlarına gözleri gibi batkılarını anlatmaları idi. Gittiğimde bir gazete kupürü vardı elimde. IŞIK TARIM Yönetim Kurulu Başkanı şöyle diyordu. “Geçen yıl 13 milyon dolar ciro yaptık. Ürünlerimizi 26 farklı ülkeye ihraç ediyoruz. Hatta dağlardan yaban eriği topluyoruz. Bu erik taş gibi sert ve yenecek gibi değil. Ama aromasını çıkarıp 300 ton sattık.
Ekolojik tarım 1920’de Rudolf Steiner tarafından atılmış bir teori. Bu teori insan sağlığını, doğal dengeyi hatta tüm canlıları koruyor. Kimyasal gübreleme ve ilaçlama, aşırı bilinçsiz sulama, doğanın dengesini bozup, doğal olmayan besinleri oluşturuyor. O da canlıların sağlığını etkiliyor. Hayvanlardaki deli dana hastalığı gibi. Her şeyini önceden planlayarak uygulayan Almanya 2010’a kadar tarım alanlarının yüzde 20’sini organik tarıma dönüştüreceğini kararlaştırmıştı başardı. Diğer Avrupa ülkeleri de bu yönde karalar alıyorlar. Türkiye bu güne kadar organik ürün ihracatında 30-40 milyon dolara ulaşmış. 170 çeşit ürün 13 bin çiftçinin 103 bin 500 hektar arazisinde organik tarım yapılıyor. Bu toprak potansiyelimizde bu rakamlar hiç te tatmin edici değil. Özellikle Trakya ve 3 göl havzasında en kısa zamanda organik tarıma dönmeliyiz. Hem tatlı su kaynaklarımız hem sağlıklı beslenmemiz ve hem de köylümüzün daha büyük kazanca erişmesi buna bağlı. Sağlıklı kalmanız dileklerimle.