CHP Sözcüsü Faik Öztrak: Önemli açıklamalarda bulundu

CHP Sözcüsü Faik Öztrak: Önemli açıklamalarda bulundu
Bugünkü MYK toplantımızda, son dönemde ülkemizde yaşananları ele aldık. Platon, Devlet adlı eserinde; “Kötülüğün yolu düz, yeri yakındır. İyiliğe giden yol ise uzun ve sarptır.” Erdoğan Şahsım Hükümeti, koltuğunu korumak için, düz ve yakın yolu seçmiş, ko

Koltuk uğruna ülkemizde, adaleti çökertmiş, kuralları ve kurumları çökertmiş, erdem ve ahlakı çökertmiş, insan haklarını, demokratik değerleri çökertmiş, ekonomimizi, ülkemizi uçurumun kenarına doğru getirmiştir.

Saraydakiler için artık yasadışı yoktur. Çünkü Saraydakiler, tek bir imzayla kaldıramayacakları yasa, uluslararası sözleşme olmadığını düşünüyorlar. Utanmasalar Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kapatacaklar.

Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakmak bile, ülkenin nereden nereye savrulduğunu görmek için yeterli. Erdoğan bundan 10 yıl önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oy birliğiyle kabul edilen “İstanbul Sözleşmesi’nden”, tek bir imzayla ülkeyi çıkarmaya karar verdi. Ne Anayasa, ne insan hakları, ne de ahde vefa dinledi.

Ucube vesayet rejiminde, tek bir kişinin iradesi, koskoca bir milletin ve 600 milletvekilinin iradesini yok saydı.

Ülkemiz tek bir imzayla; hem de Anayasaya rağmen, insan haklarına dair bir uluslararası sözleşmeden çıkarıldı. Bugüne kadar olmayan oldu. Türkiye, insan hakları açısından sözüne güvenilmez, riskli ülke konumuna sürüklendi. Medeni dünyada hızla irtifa kaybediyoruz.

İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, Bayana yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti engellemek… Böyle bir sözleşmeden tek bir imzayla çıkmak, en çok kimi cesaretlendirir? Elbette bayan ve çocuk katillerini. Son bir haftada 9 bayan cinayete kurban gitti. Ben gencecik iki bayana değinmek istiyorum.

Biri İzmir’de 17 yaşında, aslında çocuk. 5 aylık hamile Sezen Ünlü. Diğeri, Aydın’da 31 yaşında, Bir çocuk annesi, sağlık teknisyeni Necla Demirbaş.

Bu iki gencecik bayanın gülüşleri, gelecek hayalleri, umutları, hayatları, adına “dini nikâhlı eş” ve “erkek arkadaş” denen caniler tarafından ellerinden alındı.

Sezen Ünlü ’nün gözü yaşlı babası, kaybettiği evladından sonra; “Daha önce darp raporu alıp, şikâyetçi olmuştuk. Ama gereken yapılmadı ” diye haykırıyor.

Şahsım hükümeti ne Sezen’i ne Necla’yı koruyabildi. Bu ülkeyi kim yönetiyor? Yetki kimde, sorumlu kim? Elbette Erdoğan.

Ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu en iyi; “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” beyti anlatır.

Ama sarayın kibirlisi bir zamanlar dilinden düşürmediği, Mehmet Akif’in bu beytini artık hatırlamıyor bile. Koltuğunu korumak için,“Ülkede vesayet altına almadığı kurum ve kuruluş bırakmama” operasyonunu tam gaz sürdürüyor.

Yargı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden sonra sıra, aile kurumunu, bayanları, çocukları vesayet altına almaya geldi.

İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılırken, Erdoğan’a ilham kaynağı olan örümcek kafalı yandaşları şimdi çıkmış; “İstanbul Sözleşmesi yetmez. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Bayana Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da değişmeli” diyerek, el yükseltiyorlar.

Çünkü cin şişeden çıktı bir kere. Erdoğan cini şişeden kendi elleriyle çıkardı. Biz bu sebeple, bundan sonra aile içi şiddete maruz kalan her bayan, her çocuk ve işlenecek her bayan cinayetinden, Erdoğan’ı sorumlu tutacağız.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması süreci,Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerindeki vesayetin ortaya dökülmesi bakımından ibretliktir.

Yaşananlar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ milli iradeye sahip çıkan, milletvekilinin hukukunu koruyan bir başkan tarafından değil, sarayın atadığı bir kayyum tarafından yönetildiğini de ortaya koydu.

Kayyum Meclis Başkanı’na göre, teknik olarak Erdoğan’ın tek bir imzasıyla, “Montrö’den çekilmek” mümkünmüş… Gerçi Meclis Başkanı bugün sözlerini tevil etmeye çalıştı. Ama testi bir kere çatladı.

Eğer bu ülkenin toprak bütünlüğünü ve varlığını sağlayan anlaşmalar, tek bir kişinin imzasıyla yok sayılacaksa, bu Anayasa neden var? Türkiye Büyük Millet Meclisi neden var?

Sayın Şentop; Montrö’den çıkmak teknik olarak bile, ne “imkân” ne de “ihtimal” meselesidir. Montrö’den çıkmak, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yeltenmektir. Bunu söylemek, ettiğiniz yemini çiğnemektir.

Meclis Başkanı kendini eleştirenleri bugün istiskal etmeye de çalıştı. Meclis Başkanı güya bir hukukçu, ihtisası da kamu hukuku üzerine… Hal böyle olunca, ister istemez insanın aklına, Sakallı Celal’in o meşhur sözü geliyor: “Bu kadar cehalet olsa olsa, ancak tahsille mümkün olabilir.”

Sayın Şentop’un sözleri, bu ucube vesayet rejiminin devletimizin bekası için, ne kadar büyük bir tehdit olduğunu göstermektedir.

20 Temmuz sivil darbesinden sonra, bu ucube rejimi getirenlerin artık tek dertleri kendi koltuklarıdır.

Nitekim Sayın Şentop’un sözlerinden sonra, yandaş medyada Montrö tartışmaların açılmasından sonra, “Kanal İstanbul İmar Planların onaylanması”, kesinlikle tesadüf değildir.

Erdoğan’ın okyanus ötesinden, oval ofisten beklediği telefon bir türlü gelmiyor. Erdoğan da o telefon gelsin diye, taviz üstüne taviz vermeye hazır görünüyor.

Bugün Montrö’den en çok kimin rahatsız olduğu bir sır değildir. Kanal İstanbul’un rantını yandaşlarına ve Katar kraliyet ailesine peşkeş çeken Erdoğan, savaş gemileri için Karadeniz’e stratejik bir suyolu açmanın ülkeye maliyetini hiç düşündü mü?

Erdoğan bu girişiminin, bölgede yaratacağı sarsıntıları hesaba katıyor mu? Hiç sanmıyorum. Varsın o koltukta otursun da, isterse Türkiye yıkılsın. Koltuğunun bekası, Türkiye’nin bekasından çok daha önemli.

Açıkça uyarıyoruz: Türk boğazlarının siyasi ve hukuki rejimini tartışmaya açmak, 85 yıldır bir barış gölü olan Karadeniz’in, sıcak bir çatışma alanına dönüşmesine kapı aralar. Bu da milletimizin huzur ve refahının, Daha da bozulmasından başka bir işe yaramaz.

Meclisin kayyum başkanı, bu haklı uyarıları yapanlara mandacı diyerek hakaret edeceğine, 1809’ yılından bugüne yaşananlara bakmalıdır.

Erdoğan, emperyal güçlerin oyunlarına piyon olmayı içine sindirebilir. Ama biz Türkiye’nin âli menfaatlerinin, pazarlık konusu yapılmasını içimize sindiremiyoruz.

Erdoğan’ın Emevi Cami’nde namaz kılma rüyasının, nasıl bir kâbusa dönüştüğünü hep beraber gördük. Montrö’yü iptal etmek, bunun bin beterine yol açar.

Ecdadımız Süleyman Şah’ın türbesini düşmana bırakıp, tabutunu sırtlayıp kaçanlara bir defa daha hatırlatırız, Montrö’yü, Lozan’ı tartışmaya açmak, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tartışmaya açmaktır. Bunu aklınızdan dahi geçirmeyin.

Ne yazık ki, Erdoğan Şahsım Hükümetinin dış politikadaki hataları, bir değil, iki değil, üç değil. Erdoğan onlarca hata yaptı. Erdoğan’ın İhvancı, Vesayetçi anlayışı,

Dış politikamızı şahsileştirip, Dışişleri Bakanlığımızı, bir liyakat kurumu olmaktan çıkardı.

Bugün dünyanın yedi kritik başkentinde, büyükelçilik makamında, AK Partili eski siyasetçiler oturuyor. Erdoğan, rüşvetten aklanmamış bakanını bile büyükelçi atadı.

Bu kafalardan, ülkemizin ali menfaatlerine sahip çıkmasını beklemek abesle iştigaldir.

Şahsım Hükümetinin ekonomi yönetiminde yaptığı hatalar, dış politikada yaptığı hatalarla birleşince milletimizin refahını ve devletimizin bekasını açıktan tehdit ediyor. Ekonomik kırılganlıklarımız, emperyal güçler için kullanışlı bir Aşil topuğuna dönüşüyor.

Avrupa Birliği Komisyonu hazırlamış olduğu ortak bildiride, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, gerilimi artırıcı adımlar atması durumunda, sert yaptırımlar uygulayacağı tehdidinde bulundu. Avrupa Birliği’nin yaptırım menüsünde neler yok ki…

Avrupa Yatırım Bankası’nın faaliyetlerinin sınırlanması, Türkiye’ye seyahat edilmeme tavsiyesi, enerji sektörüne yönelik yaptırımlar, bazı ürün ve teknolojilerin ihracatına yönelik yasaklar.

Erdoğan Şahsım Hükümetinden, Avrupa Birliği’nin bu tehditlerine bir cevap çıktı mı Hayır! Aynen Amerika parlamentosu “Mal varlığını soruştururum” dediğinde yapıldığı gibi, tehditlerin hepsi yutuldu. Artık önüne gelen Erdoğan Şahsım Hükümeti’ni tehdit ediyor.

Erdoğan içeride millete esip gürlüyor, kaplan kesiliyor. Ama dışarıda uysal kedi oluveriyor. Sürekli tehdide açık bir yönetim, ülkemizin çıkarlarını ve ulusumuzun menfaatlerini koruyamaz. Koruyamıyor da.

Bu ülkeyi kim yönetiyor? Yaşatılan bu zilletin sorumlusu kim? Elbette Recep Tayyip Erdoğan… Ve onun şahsım hükümeti. Biz işte bunun için, “Ucube tek adam vesayet rejimiyle, bu ülke huzura refaha kavuşmaz” diyoruz.

Çünkü biliyoruz ki ucube tek adam vesayet rejimleri, sadece saraylarıyla, uçaklarıyla, araç filolarıyla, israfıyla, debdebesiyle, şaşasıyla gelmez.

Pis kokular gelen olaylar bitmiyor. Bundan tam 11 gün önce, 18 Mart’tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası faizleri 200 baz puan artırdı. Türk lirası, uzun sürmesi beklenen bir değer kazanma sürecine girdi.

Bir gün sonra Erdoğan, 132 günlük Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanını, gece yarısı sürpriz bir kararla görevden aldı. Türk Lirası hızla değer kaybetti. Faizler arttı.

Millet fakirleşirken, birileri de zenginleşti. BDDK verilerine göre, dövizin düşme eğilimine girdiği ve 18-19 Mart’tarihinde, yani iki günde, yabancı para vadesiz mevduatlarda, 1 milyar 474 milyon dolarlık sıçrama oldu. Pazartesi Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 8 değer kaybetti. 1,5 milyar doları cuma alıp pazartesi satanlar 857 milyon lira kazandı.

Bu dövizi alanlar, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanının görevden alınacağını biliyor muydu? Bunun çok ciddi şekilde soruşturulması gerek. Çünkü başkanın görevden alınacağını içeriden bilenler, tek bir günde servetlerine servet kattı.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kasasında buharlaşan milletin 128 milyar dolarının hesabını soramayanlar, bunu soruştururlar mı? Elbette hayır.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı bugün çıkmış, “Hemen faiz indirilecek ön yargısı doğru değil” demiş. Güler misiniz, ağlar mısınız?

İnsanın fikri neyse zikri de o olur. Madem faizi hemen indirmeyecektiniz, yazmış olduğunuz gazetede, 200 baz puanlık faiz artışına neden kazan kaldırdınız.

Köşenizden “Faizi indir” diye bağırdığınız gün, dolar kuru 7 lira 22 kuruştu. Bugün dolar kuru 8 lira 15 kuruş. Avro kuru 8 lira 59 kuruştu. Bugün 9 lira 63 kuruş.

Ülkenin risk primi 309 puandı. Bugün 464 puan. 10 yıllık tahvilin faizi yüzde 14’tü. Bugün yüzde 19.

Şimdi neden çark ettiniz? Faizi düşürmeyecekseniz, Naci Ağbal’ı neden görevden aldığınız millete açıklayın. Neden bu kararla milleti yoksullaştırdığınızı anlatın.

Ama bakıyoruz bunun yerine, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı daha ilk günden, milleti ön yargılı olmakla suçluyor.

Ne de olsa Tek Adam Vesayet Rejimlerinde, millete tepeden bakmak, milleti suçlamak adettendir. Bunlar artık milletin bakış açısını bile beğenmiyorlar.

Millet yatay baktığında lebalep kongre salonu görüyor. Sarayın Grup Başkanvekili tepeden bakınca salonu nizami görür.

Millet yatay baktığında, AK Parti’nin büro elemanın burnunda uyuşturucu görüyor. Saraydan tepeden bakınca burunda “pudra şekeri” görüyor. Millet yatay baktığında, memura yapılan zammı yüzde 3 oluyor, saraydan tepeden bakınca, BİST yönetimindeki şürekasının huzur hakkına yapılacak zam, yüzde 33 görünüyor.

Millet yatay baktığında, Adana’da 200 kişilik işçi kadrosuna 52 bin kişinin başvurduğunu görüyor. Bunun 45 bini üniversite mezunu. Ama sarayın vekilleri tepeden bakınca, bu kalabalığı “iş beğenmezler” olarak görüyor.

Millet işsiz sayısına yatay baktığında 10 milyon işsiz görüyor. Saray tepeden bakınca, Son bir ayda iş bulamayanları işsiz saymayıp, 4 milyon işsiz görüyor.

Millet yatay baktığında çöpten rızık toplayanları görüyor. Saray tepeden bakınca “ülkede açlık yok” diyor. Millet yatay baktığında zam ve zulüm görüyor. Saray tepeden bakınca “güncelleme” görüyor.

Millet yatay baktığında soygun ve talan görüyor. Saray tepeden bakınca “dövizli ihale” görüyor.

Millet yatay baktığında “ihanet” görüyor. Saraydan tepeden bakınca “açılım” görüyor.

Millet yatay baktığında “FETÖ’ye yardım ve yataklık” görüyor. Saray tepeden bakınca, “kandırma, aldatılma” görüyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın. Milletimiz bunların yatay, dikey, ne yaptığını görüyor. Notlarını veriyor. Sabırsızlıkla sandığı bekliyor. Bunları evlerine gönderecek, bu ikiyüzlülüğe son verecek.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara gelir gelmez, siyasetin finansmanı ve siyasette ahlak yasasını mutlaka çıkaracağız. Kamu kaynaklarının talanına asla seyirci kalmayacağız. Asla ama asla, “Kol kırılır, yen içinde kalır” demeyeceğiz.

Herkes kullandığı kamu kaynağının hesabını verecek. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bunun için Kesin Hesap Komisyonu kuracağız. Başına da muhalefetten bir milletvekilinin gelmesini sağlayacağız. Sayıştay’ı gerçek işlevine kavuşturacağız ve bugün tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenden, yaptıklarının hesabını elbette yargı önünde soracağız.

Erdoğan’ın şahsım hükümeti salgında, milletimizi canıyla, cüzdanı arasına sıkıştırdı. Salgında milletimizi bir başına bıraktı. Milletimiz büyük fedakârlıklara katlandı.

Ama günlük vefat sayıları yeniden, 150’nin üstüne çıkmaya başladı. Vaka sayıları da 30 bin. Aşılamada da işler hala çok yavaş ilerliyor. İki doz aşısı tamamlanan vatandaşlarımızın sayısı, sadece 6,6 milyon. Toplumsal bağışıklık için, 63 milyon vatandaşımızı hızla aşılamamız gerek. Ve bunun ancak yüzde 10’unu aşılayabildik.

Aşı tedarik takviminde ciddi bir sarkma var. Tarih sürekli ileri atılıp duruyor. Bunun sorumlusu kim? Ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan ve onun Şahsım Hükümeti.

Mart ayının sonuna geldik. Erdoğan, “Kısa çalışma ödeneğini son defa, 31 Mart’ tarihine kadar uzattık” demişti. Eğer bir değişiklik olmazsa 1 milyon 300 bin çalışanımız mağdur olacak. Çoğu ya işsiz kalacak ya da günde 47 lirayla ücretsiz izinli sayılacak.

Mağdur olan bir başka kesim ise çiftçilerimiz. Çiftçinin borçları tüm ısrarlı taleplerimize rağmen yapılandırılmadı. Nedense bir el buna özellikle engel oldu.

Tarım Kredi Kooperatifleri, Tarım Tefeci Kooperatifi olmuş. Çiftçilerimizi inim inim inletiyor. Tarım Tefeci Kooperatifleri, tepkiler üzerine, çiftçilerimize gönderdiği icraları 3 aylığına durdurmuştu.

Şimdi bu ay sonunda onun da süresi doluyor. Çiftçilerimizin traktörüne, tarlasına, ineğine, yine hacizler yağmaya başlayacak. Tüm bu sorunlara kim çözüm bulacak? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan. Ve onun Şahsım Hükümeti.

Ama Erdoğan şahsım hükümeti görevini yapmıyor. Koltuğunu korumak için vesayet ve taviz siyaseti izliyor. Vesayeti altındaki yargıçlar eliyle, ilkokullarda Andımızın okutulmasına izin veren yargı kararını, devlet madalyalarından Atatürk kabartmasını kaldırttırıyor. Atatürk düşmanları da bundan cesaret alıyor. Hemen sahneye çıkıyor.

Dün milletvekili olduğum Tekirdağ’da, okullardaki Atatürk büstlerine, heykellerine, Planlı, organize saldırılar yapıldı.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hain saldırıları lanetliyoruz. Sorumluların biran evvel yargının önüne çıkarılmasını ve bu alçak eylemin tüm boyutlarıyla aydınlatılmasını bekliyoruz. Biz bu müessif olayın sonuna kadar takipçisi olacağız.

Milletimiz herkesi yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla görüyor. Notlarını veriyor. Sandığın daha çok gecikmeden önüne gelmesini istiyor. Sandık önüne geldiğinde gereğini yapacak. Bu kibirli kadroları evlerine gönderecek.

SORU CEVAP

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 'Kürşat Ayvatoğlu'yla alakalı "Bu meseleyi milletvekili olup da paylaşanlarla alakalı üzülüyorum, Allah muhafaza en yakınlarında öyle bir şey çıkarsa ne diyeceğiz."

Atama İçişleri Bakanı'nın bu sözleri açık bir itiraf. İçişleri Bakanı demek ki işi gücü bırakmış milletvekillerini izletiyor, dinletiyor. Bugüne kadar FETÖ taktikleri dedikleri meğerse bir AK Parti taktiğiymiş.

İçişleri Bakanı'nın bu itirafını ihbar kabul edecek bir Cumhuriyet Savcısı var mı yok mu göreceğiz. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendisinin bu sözlerden sonra istifa edeceğini ummuyoruz ama savcıları göreve davet ediyoruz.

Kaynak: Gerçek Gündem

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.