Baki Çiftçi

Baki Çiftçi

KENT ŞURASI ve ALİ TARAKÇI

KENT ŞURASI ve ALİ TARAKÇI

            Geçtiğimiz günlerde Gerçek Gazetesi imtiyaz sahibi Ali Tarakçı’nın benim de adımın geçtiği Büyükçekmece Kent Şurası üzerine yazdığı yazılara cevaptan çok bir durum değerlendirmesi yapmayı gerekli görüyorum.
Peşinen belirtmeliyim ki ben Kent Şurası’nın sözcüsü değilim. Bu yazıyı da şura adına yazmadım. Böyle bir görevim yok. Verilse bile kabul etmezdim.
Ancak adımın geçtiği bir oluşumda sevgili Ali Tarakçı dostumun    “mal bulmuş magribi” gibi (magribileri tenzih ederek) altı sütun üstüne bilimsel sunumlar ve detaylarından çok yararlandığımı kabul etmeliyim. Kendilerine şükranlarımı sunuyorum. “Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum.” Sağ olun, var olun sevgili Ali.
Ancak halk arasında bir söz vardır. “Biz kırkız, birbirimizi biliriz.” Aynı yollarda yürümesek de, aynı düşler için çarpan kalplerimiz olduğu kanısındayım. 78 kuşağının üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül faşist darbesi arkasından, neoliberal politikaların kıskacı şimdi de muhafazakâr mukaddesatçı iktidarların her türlü muhalif düşünceyi nasıl düşmanca bastırıldığını sevgili Ali bilmez mi? İki de bir “Ben cezaevindeyken” diye başlayan yazılarından engin deneyimlerinden iyi bildiğine eminim.
Neyse gelelim Kent Şurasına;
Adını çok önemsemiyorum. Ben hayatımda ayrıntılara takılmadım. İçeriğine bakarım. Kent Şurası adı ne olursa olsun ki, Ali’nin “Sivil Girişim” tarifine daha çok uyduğunu belirtmeliyim. İlk kuruluşu Mehmet Mert’in tamamen iyi niyetli Büyükçekmece’de bir başlangıç olarak, kamu hizmeti verenlerin dışında hizmet alan, hizmet talep eden ki belli bir amaç ve faaliyetleri yasalarca belirtilmiş kurumlardan (parti, dernek, çevreci, platform, inisiyatifler ve hatta bireyler) oluşan bir tartışma ortamı ve muhalif duyarlılık yaratacağı inancı ve önerisiyle oluşmuş bir girişim.
Ha ben bu “muhalif” lafını çok severim ve dünyanın iyi değişimlerinin tarih boyunca bir avuç muhalifler tarafından gerçekleştirildiğine inanırım. Böyle bir girişimi ilçe belediye başkanına karşı yeminli muhalifler olarak lanse etmek kışkırtıcılık demek istemiyorum ama haksızlıktır. En azından şahsıma yapılmış bir haksızlık olduğu gibi, listede adı geçen birçok isminde öyle olmadığı gün gibi ortadadır. Hoş böyleleri de olabilir. Ayrıca olmasında hiçbir sakınca görmüyorum. Yoksa nasıl demokrat olacağız. Sen dikensiz gül bahçesi gördün mü sevgili Ali? Bilirsin gül ile diken doğal bir dengedir.
Kent Şurası’na tekrar dönersek; bu güne kadar katıldığım iki toplantıdan ilkinde bırakın belediye başkanına muhalif olmayı, birbirine muhalif bir çok isimle karşılaştım. Başta gazete sayfalarında “Büyükçekmece Gölü külfet mi - nimet mi?” polemiği yaşadığımız Rahmi Yazıcı. Ancak daha sonraki toplantılarda Rahmi Yazıcı’nın “Nasıl bir Anayasa istiyoruz” sunumunda, Ali Şeker’in sağlıkla ilgili sunumunda bulunamadığıma üzüldüm. En azından farklı görüşlerde olanların ne düşündüklerini bilmek benim açımdan bir kazanım olurdu.
Katıldığım iki toplantının ikisinde de katılımcıların birçoklarının belediye hizmetleri ile ilgili görüşlerini sunarlarken “Bunun kişiye özel (kastedilen belediye başkanıdır) bir muhalefet toplantısı olmadığını başta Mehmet Mert defalarca vurgulamıştır. Çünkü tüm yurttaşların hayatlarını iyi yada kötü etkileyen uygulama ve tasarruflara – hizmetlere muhalif olmakla, kişiye muhalif olmayı karıştırmamak gerekir.
Sevgili Ali.
Bizler (sen – ben) küresel kapitalizmin ve onun bir parçası olan Türkiye ekonomik siyasi ve ideolojik yapısının insanı doğayı – hayatı nasıl talan ettiği, bu talanların hep ulvi sebepler – ihtiyaçlar için yapıldığı şu kadar açı doyurmak – iş güç için … palavralarına baş kaldırmış bir kuşağın çocuklarıyız. Yoksa öyle değil mi?
Kaldı ki “yapılan işler yüzde yüz doğru ve halkın yararına da olsa, yapımında tasarımında düşüncesinde halkın kendisi yoksa halk onu sahiplenmiyor” Fatsa bir yerel yönetim deneyimi. Fikri Sönmez. Bu devrimci deneyimi yok saymamız mı gerekiyor  ki bedelleri canla ödenmiştir. Kaldı ki, bir kurumun başındaki kişler bir siyasi parti kimliği taşıyorsa, ben negatif veya pozitif eleştirilerimi o siyasi anlayışa yöneltirim. O siyasi partiyi sorumlu tutarım. Çünkü bir partinin üyesi veya yöneticisi olan kişi toplumsal- kamusal bir görev yaparken o siyasi parti anlayışının aynasıdır. İşin doğası budur. Aksi halde eleştiri olmaktan çıkar, dedikoduya dönüşür. Bu tür işler ancak geri toplumların lider mutlakiyeti sonucu mutlak tarafı yada karşıtı tapınmacı bir konuma iter ki, özgür iradeyi, ortak aklı, birlikte yaşama kültürünü, özgürlüklere saygıyı yok eden en önemli sorun olduğuna inanıyorum.
Neyse Kent Şurası ismiyle ayda bir toplantı yapan ve yaptıklarını kimilerine göre doğru yanlış kamuoyuyla paylaşan “Sivil girişimin” haddini bildirmek yerine, dâhil olup yanlışları göstermek daha bilgece ve demokratça bir davranış olmaz mıydı? Yoksa pusuya yatıp fırsatını yakalayınca üzerine atlamak mı daha demokratça bir tutum oldu?
Kaldı ki Kent Şurası’nın katılımcılarının farklılıkları kalın çizgilerle açıktır. Ancak aynı ilçede aynı bölgede aynı ülkede yaşıyorsunuz ve ortak sebebleriniz var. Biri diyor ki “Gelin konuşalım. “Hayır o belediye başkanının dostu, olmaz.” Öbürü, “Hayır belediye başkanının yeminli muhalifi olmaz.” O şucu, bu bucu. Konuşmayan, birbirlerini anlamak istemeyen, bir toplum. Yazdıklarından bunu mu anlamalıyım sevgili Ali. İnşallah ben yanılıyorumdur.
Bu güne kadar “kamuoyu algısında yapılan her şeye karşıyız  izlenimi yaratan her işte yolsuzluk arayan…diye devam eden paragraf çok ilginç.
1-      Şeffaf olmayan her şey kuşkuya açıktır.
2-      Her türlü yoruma da açıktır.
Sen bunu bildiğin için bu nedenle ilgililere “Şu işleri açıklayın” diye akıl veriyorsun. Telkinde bulunmuyorsun. Bir gazeteci bunu yapmamalı. Kamuoyunda doğru yanlış oluşan sis perdesini kaldırmak, kamuoyunu doğru bilgilendirmek adına, ilgililerden konuyla ilgili bir röportaj yaparsın doğrusunu dostta düşmanda senin sütunlarında okur. İkna olup olmamak o kişilerin kendi sorunudur.
Bunları yapmadan “Sizi gidi yeminli muhalifler sizi, ben sizin ağzınıza Adıyaman biberi süreyim de görün! Siz benim başkanıma sataşırsanız ha alın size ,alın size ...”
Oysa bu sana düşmez. Belediyenin başındaki yöneticilerin kendini savunacak her türlü yetenekleri ve imkânları vardır. Bu yapar yada yapmazlar onların bileceği iştir.
Gelelim Kent Şurasında “ Düşünün Silivri Demokrasi Platformundan bile isim var”  diyorsun. Evet sevgili Ali. O isim benim. Baki Çifçi. Bu yazıyı yazmamın temel sebebi. Toplumsal demokratik muhalefet damarlarının kurutulduğu günümüzde siyasi partilerin kısır kayıkçı kavgaları ve yapay gündemlerle halkın kendi sorunlarından uzaklaştırılma politikalarına, ya da bir şekilde koltuğu ele geçirmiş atanmış ve seçilmişlerin verdikleri her kararı demokrasinin gereğiymiş gibi yaratılan algıya karşı, bir demokratik muhalif refleksi ve duyarlılık yaratmak, kamu görevi yapanları halkın gerçek gündemine dikkatini çekmek adına Silivri’de yine parti, dernek, çevre, girişim, bireylerden tamamen gönüllülük ve toplumsal sorumluluk  duyanların 27 Kasım 2011 de sonuçları bu gün daha da yakıcı bir şekilde hissettiğimiz elektrik ve doğalgaz faturalarında olduğuı gibi ‘ZAMLARA HAYIR’ kampanyası organize etmiş, 20.000 bildiri ve kitlesel basın açıklamasıyla kamuoyunun dikkatini çekmiştir.
 İkincisi yine bilim adamlarının her gün geliyor diye neredeyse çığlık attıkları “DEPREM GERÇEĞİ ve SİLİVRİ” konulu etkinlikler organize ederek yine 10.000 adet bildiri dağıtmış, basın açıklaması yapmış, 24 Aralıkta bilim insanları ve yerel yöneticilerin katılımını sağlayan panel organize etmiş, sonuçlarını raporlaştırarak yerel yönetimlerle ve kamuoyuyla paylaşılmış,  5000 adet sonuç raporu basarak deprem öncesi can ve mal güvenliği hakkının bilince çıkarılmasına katkı sunulmuştur.
 Deprem felaketine duyarlılık yaratarak kentsel dönüşüm, afet dönüşüm adıyla muhtemel ranta dönüş tuzaklarına karşı duyarlılık yaratılmaya, halkı bu projelere müdahil olmaya çağırmıştır. Ne kadar haklı bir iş yapıldığını Büyükçekmece Belediye Başkanının ulusal basında da çıkan “Eğer bir an önce gereğini yapmazsak bir milyon insan ölebilir. Büyükçekmece, Avcılar, Silivri’de risk büyük.” açıklamalarına katılıyoruz. Silivri Demokrasi Platformu ne kadar hakli bir duyarlılık için çalıştığı aşikardır. Değil bir milyon canın gitmesi bir kişinin bile burnunun kanamasında 17 Ağustos 1999 depreminden bu yana geliyorum diyen deprem için bu güne kadar tedbir almayan her türlü yöneticiyi sorumlu tutacağımızın bilincinde olmamız gerektiğini ilan ediyoruz.
 İşte bu sebeple Silivri Demokrasi Platformu, Kent Şurası’nda adı geçen toplantıda yaptığı çalışmalar konusunda sunum yapmış bildiri ve el ilanı ve raporları katılımcılara dağıtmış, Büyükçekmece’de de bu yönde duyarlılık yaratılması için öneride bulunmuştur. Silivri Demokrasi Platformu’nun Büyükçekmece’de şura, girişim, parti, dernekle kişi ve kurumlarla birlikte, dayanışma içinde olması sizin için sakıncalı mı? Sakıncası var mı?
Ah be Ali Tarakçı; Ah be sevgili dostum; Bu yazıları yazmak canımı acıtıyor ama, “600 adet ekonomik olarak üst seviye olan insanların…” diye devam eden bold yazıyla gözümüze soktuğun pragrafların içeriğini eski bir solcuya yakıştırdığımı söyleyemem. Ben vahşi kapitalizmin en iyi niyetli bir girişimden bile kuşku duyarım. Bu bir paranoya değildir. Çünkü kapitalizm her şeyi anında ticarileştirir, mala dönüştürür, alır ve satar. İçinde insani değerler yoktur. Dünyanın bütün güzellikleri halkın yararınadır. (!) Ancak pastayı ve parsayı “altıyüz üst seviyeler” kapar. Ne kadar adil değil mi sevgili Ali ?
Haklısın yat limanı taş ocaklarına yapılmaz. Dahası Ağrı Dağına da yapılmaz. Her ne kadar Nuh oraya demirlediyse de bizim şuracıların amatörlüğü işte “Tahmin etmekle” olmaz. Muhalefet eksik ve hatalar barındırsa da ciddi iştir. Katılamadığım toplantılara dışarıdan sorulduğunda “Bilgi alamıyorsanız hukuki tespit yaptırın ondan sonra kamuoyunun önüne çıkın” önerimiz yerine ulaşmamış. O dilekçeler verilirken esnaf odası başkanının ve bir mimarın liman projesiyle ilgili bilgileri olmasına rağmen, zamanında müdahale etmemeleri sonra biz “Limana değil, yerine karşıyız” (Ali Tarakçı’nın tespiti) en basit tabirle Kent Şurasının güvenirliğini ciddi bir şekilde yaralamıştır.
Ben kent şurası, liman, kent konseyi ki; kent konseylerinin demokratik katılımı ifade etmekten çok uzak ve uzaklaştırıldığını düşünenlerdenim. Yerel muhalefeti resmi organların denetiminde eritme projesidir.
Tüm bunlar bir yana Ali Tarakçı’nın konuyu işleyiş biçimini beni yazmaya mecbur etmiştir.
Sevgili Ali, Pargalı İbrahim Paşa’yı izliyor musun? Sultan Süleyman dönemin kurgulandığı dizide ben en çok Pargalıyı izliyorum. Sen ki Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci adamı her şeye kadir muktedirsin. Ben Pargalı olmak istemezdim. Selamlar Sevgiler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Çiftçi Arşivi