Memleket havası!
Sizler bu yazıyı okuduğunuzda ben çoktan memleketim Kars’ta olacağım.
Dostlarımla kucaklaşıp, hal sual edip hasret gidereceğim.
Annemin, babamın ellerinden öpeceğim.
Doğduğum toprakları koklayıp suyundan içeceğim.
Tandır ekmeği yiyerek yeşilliklere uzanacağım.
Dağlara taşlara seyredip anıları tazeleyeceğim.
Aramızdan ayrılanları bir kez daha anarak hüzünleneceğim.
Beni belki iyi tanıyan ama benim henüz tanışacağım gençlerden enerji alacağım.
1750 rakımda bulutlara dokunacağım.
Yağmurunda üşüyerek sobasında ısınacağım.
***
Evet dostlar; müsadeniz ile bir hafta memleketimde olacağım.
6 Temmuz akşamı burada olarak Çatalca Erguvan Festivali’ne yetişeceğim.
Sonra yoğurt festivali ve diğer festivaller.
Belki daha sonra; Ege, Akdeniz, Karadeniz, bilemem.
Şimdilik Allahaısmarladık.
Kendinize ve aklınıza mukayyet olun, görüşmek üzere.
***
Neden sık sık yazmıyorum!
Hazır yeri gelmişken bazı dostlarımdan gelen eleştirilerden birisine cevap vereyim.
Arada bir günlük, çoğu zaman haftada bir ve ara sıra makalelerim ile siz dostlarla buluşuyoruz.
Bazı dostlar sık sık yazı yazmamı bekliyor.
Umarım bir gün o günlerde olur; ancak size sık ve uzun yazanlar ile kısa yazanlar arasında ki farklardan birisini çok net ortaya koyan bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.
Kusura bakma, kısa yazacak kadar vaktim yok.
Kim ediyor bu lafı?
Samuel Langhorne Clemens (30 Kasım 1835 – 21 Nisan 1910), daha çok takma adı Mark Twain olarak bilinir. Amerikalı mizahçı, satirist, roman yazarı, yazar ve öğretmen.
Mark Twain'in bir mektubuna bu ünlü cümle ile başlıyor.
Kısa konuşabilmenin, laf kalabalığı yapmadan derdini çok kısa cümlelerle anlatmanın zorluğunu ironik bir şekilde dem vuran cümle.
Zamanınız bolsa, uzun uzun düşünmeyerek aklınıza gelen her türlü konudan bahsederek sayfalarca uzayıp giden mektuplar yazabilirsiniz.
Makaleler yazabilirsiniz.
Haberler yapabilirsiniz.
Ancak kısa mektuplar, kısa yazılar, kısa makaleler biraz kafa patlatmayı, meseleleri sıraya sokmayı, etkili olmayı becerebilmeyi gerektirmektedir ve bu da zaman ister.
Kısa ve öz anlatmak zordur, yazmak daha da zor.
On kelimelik bir cümleyi üç kelimeye sığdırmak yetenek ister, bilgi ister, birikim ister.
Umarım bu hikayeden birileri gereken dersi çıkarır.