Baki Çiftçi

Baki Çiftçi

NE YAPMALI ?

NE YAPMALI ?

                                   
12 Eylül Darbe Anayasası’nın bazı maddelerinde değişiklik için geçtiğimiz hafta ülkenin içine sokulduğu şamata, tantana, zihin kargaşası, atışmalar, küfürleşmeler, boy bos, soy sop derken, 13 Eylül 2010 sabahı uyandığımızda gerçek gündemle yüz yüze kaldık.
Yeni bir anayasa””talebi bütün gerçekliği ve çıplaklığıyla ortalık yerde duruyor olmasıdır..
Peki özellikle son bir aydan beri neyin kavgası verildi? Biz biliyoruz ki, iktidar gücünü elinde tutan yeşil sermaye ile laik sermaye sınıflarının pazar ve çıkar çatışmasından başka bir şey değildi. Özellikle Başbakanın TUSİAD’a “Bertaraf olursunuz!” tehdidi. Bu güne kadar merkez sağ ve merkez sol (!) partilerin TUSİAD’la bu tonda konuşmasının başlarına ne getireceğini iyi bilirlerdi. Peki Başbakan bu gücü nereden aldı dersiniz? Bunun cevabı çok açık. Özal’lı yıllardan başlayarak yeşil sermayenin devlet olanaklarının ve sermaye birikiminin yıllar için el değiştirme çizgisinde ilerlediğini, çok uluslu güçlerle işbirliği içinde küresel sermayeye “işbirlikçilik” ilişkilerinin güçlendirildiği, dinsel referansların bu sürecin bir parçası olarak halk kitlelerinin soyulduğu v.b.gibi.
Sonuç olarak; 12 Eylül Referandumu sonuçları %58 Evet, %42 Hayır olarak ilan edildi. Şimdilik dinsel referanslı güçler demokrasi fantezi(!)sini kullanarak zafer kazanmış oldular. Oysa bu sonuçların ilanında bile bir hile, kandırmaca, zihin bulanıklığı devam ediyor. En az 10 milyon seçmenin sandığa gitmediği boykot cephesinden  ısrarla bahsetmiyorlar.Bunun ayrıntıları medyada bolca tartışılıyor.
Ama şunu iyi bilmeliyiz ki varlık temelinde, tarihsel referanslarında demokrasi olmayanların demokrasi getiriyoruz vaatlerine inanmak ne kadar saflıksa, onlara bel bağlamak o kadar aymazlıktır.
Evet ve Hayır’ların coğrafi dağılımına bakıldığında bu çok daha iyi anlaşılacaktır. Tarikat, cemaat, muhtaç (sadaka) ilişkilerinin mutlak egemenliğine sokulmuş Evet coğrafyasındaki bireylerden hangi demokratik özgür iradeden bahsedebilirsiniz ki?
Ya da Hayır coğrafyasındaki, seçkinci, statikocu “Çobanla benim oyum nasıl aynı olur” diyerek demokrasiyi “Eşitlerin eşitliği” ve özgürlüğü gibi görenlerin burjuvaza, küçük burzuva sınıfların ezme, sömürme, kendini beğenmişlik kültürünün den  nasıl bir demokrasi iradesi ortaya çıkabilir ki? Şimdi geriye ne kaldı diye gerçek soruyu sorabiliriz.
 Emeğin demokratik cephesi.
Hayatın, olayların, kavgaların, tüm iyilik ve kötülüklerin gerçek sebebi ekmeğin nasıl paylaşıldığıyla ilgilidir. Hal böyle olunca gerçeği eğip bükmeden takiye, ikiyüzlülük, yalan dolan ve hileye sapmadan, kuyrukçu ve köle reflekslerinden arınmış olarak. Demokrasinin emeğin üretici gücünden geldiğini zihnimize kazıyarak, egemen sınıfların  ve emperyalizmin tüm dayatmalarını bertaraf ederek özgürleşebiliriz. İşte bunun adı SINIF MÜÇADELESİ dir. Özgür irade böyle mümkündür. Demokrasiye giden  yol eğemen sınıfların sırasında saf tutmak değildir.
Emeğin demokratik cephesi’nin temelleri vardır. Bunun sorumluluğu da Türkiye sol ve sosyalistlerinin omuzundadır.Gerisi  laf laf lafı güzaf.
 Şimdi demokratik, çağdaş, temel insan hak ve özgürlükleriyle birlikte doğal hayatın korunmasının, hukukun üstünlüğü ve evrensel ilkeleriyle uyumlu, demokrasinin kökleştirildiği, toplumsal barışı sağlamlaştıran Yeni Bir Anayasa talebimizi yüksek sesle ve eylemde hayata geçirmek için güçleri birleştirme günüdür.
Bu talebimizi kimseden dilenmeyeceğiz. Hiçbir güçten talep etmeyeceğiz. Emek cephesini inşa edeceğiz. Kendini emek cephesinde gören kişi, kurum, örgüt, inisiyatiflerin  Emeğin ve solun Birleşik Cephesi’ni yaratmak tarihsel görevdir. Başka yolu yok. Başka yollar ne kadar süslü cazip olursa olsun ezen ve sömürenlerin, kanla baslenenlerin kapısına çıkar .
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Çiftçi Arşivi