Mehmet Mert

Mehmet Mert

Öykünüz uzun mu olsun, anlamlı mı?

Öykünüz uzun mu olsun, anlamlı mı?

Kar bu yıl çok erken gelmişti memleketimize.
Yine bir karlı Pazar günü yazıyorum bu satırları.
Taktir ve onur belgesini bir arada alarak sömestri tatilini en iyi şekilde geçirmeyi hak eden oğlum Alp beş dakikada bir cama bakarak ‘uuuuu kar harika yağıyor yine…. Wovvvvv kar ne güzelmiş…. Kar yağıyor ama tutmaz, çok ince yağıyor…’ replikleri ile  sesleniyor.
Geçtiğimiz hafta yoğun bir gündemi geride bırakan, web tv’den ilk defa canlı yayın yapma keyfini yaşayan bendeniz ise üzerinize afiyet azıcık grip halim ile bu yazıyı evden kaleme alarak soğuk bir kış sabahı daha sizlere seslenmek istedim.
Karar sizin!
Biz yerel basın mensuplarının olmazsa olmazı olan yerel seçim fiskosları her geçen gün hızlanıyorken, kar kış yağmur çamur arasında geçim sıkıntısı ile boğuşan yurttaşlarımız ellerine tutuşturulan; su, elektrik, doğalgaz, telefon v.s. faturaları ile kabuslar görmek üzereyken, hali vakti yerine olanları tatil telaşı ve programı sarmışken ne yazılabilir. 
Hani bir Afrika Atasözü’nde olduğu gibi: 'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır. Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.’
Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım hayata. 
Unutmayın hayat uzun bir öyküdür.
Bu öykünün uzun olması mı önemli yoksa iyi olması mı?
Varın siz karar verin.
Arkanızda iyi bir öykü bırakmak istiyorsanız şayet; çok çalışmalı, emek harcamalı, güven vermeli, sevmeli ve imkânlarımızı paylaşmalıyız.
İşte bütün bunlar hayatın anlamlı olmasını sağlar. 
Hadi bakalım bu kadar kısa bir öneriden sonra şimdi de en iyisi üç güzel hikayeyi sizlerle paylaşalım ve bu hikayelerden çıkarılacak dersleri not alalım. 

1.Hikâye: Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
 
1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.  Her işte alın teri ve emek şarttır.
 
2. Hikâye
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
 
2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.
 
 
3. Hikâye
Geleceğini biliyordum...
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi...
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum... Geleceğini biliyordum...
 
3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Mert Arşivi