SENİ SEVİYORUM BABAM…

Okuldan eve döndüğümde, babam elinde ayakkabılarımla odaya girerdi birden, “kızım bunlar su almış” deyiverirdi. Kapıda ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde kontrol ediyormuş meğer ben bunun hiç farkında olmazdım o zamanlar. Yağmurdan, kardan acaba içine su geçmiş mi diye bakıyormuş her akşam. Sonra okul bitip iş hayatına atıldığımda da aynen devam etti bunu yapmaya. Bazen elinde ayakkabılarım içeri gelir, çıtır çıtır yanan sobanın arkasına koyardı kurusun diye. Öyle sessizce yapardı bunu, ben ayaklarımın ıslandığının bile farkında değildim oysa… 
Babalar, erkek çocukları için önemlidir fakat kız çocukları için daha önemlidir…  O, hayatında ilk tanıdığı ve sevdiği adamdır.  Kızlar ve babaları arasında başka türlü bir sevgi var.
Ben hayatta en çok babamı sevdim. Bütün babalar gibi benim içinde, en güçlü adam babam. Önceleri ben onun düşündüğü, endişelendiği, merak ettiğiydim, yıllar geçtikçe yerlerimizi değiştik, şimdi o benim endişelendiğim, düşündüğüm ve merak ettiğim oldu. Ben onun çocuğuydum, şimdi o benim çocuğum gibi oldu.
Ben hayatta en çok babamı çok sevdim…

Bir şeyin dayanıklılığını anlatmak için birçok kelime kullanılır. “ Baba gibi” deriz bazen. Evet,  baba öyle bir şeydir. Dayanıklıdır, her şeyden korur, sakınır.  Babalar, anneler kadar çok dışa vurmaz duygularını ama her şeyi hisseder ve bilirler. Bazen, akşamüstü okuldan geldiğimde bakardım yüzü asık. 
Anlardım ki benimle ilgili bir şey var. Okulda aldığım kırık nottan olurdu yüzünün asıklığı. 
Annem direkt fırça aşamasına geçerdi ama babam sadece bakışlarıyla, davranışlarıyla belli ederdi kızgınlığını. Keşke oda annem gibi kızıp bağırsa daha çok rahatlardım. Kırık not almışsam notuma değil, onu üzdüğüm için üzülürdüm.  Hiçbir sıkıntısını belli etmemeye çalışırdı bize fakat ben anlardım. 

Ufacık çocukken, onu mutlu etmek için ne yapacağımı bilemezdim. Bazen gece geç saate kadar işten dönmesini beklerdim, ona okulda öğrendiğim bir şarkıyı söylerdim neşelensin diye.  O da eli hiç boş gelmezdi, bilirdi beklediğimi. Şeker, çerez tarzı bir şeyler alıp gelirdi. Benim yaşıma yakın olanlar bilirler eskiden,  İstanbul’da sık sık sular kesilirdi. Babam, gecenin bir vakti işten gelip, kocaman bidonlarla su taşımaya çıkardı. Sadece onunla birlikte olabilmek için uyumazdım, elimde 1 litrelik bir su bidonuyla peşine takılırdım. Kollarım kopardı ama bir daha beni yanına almaz diye yorulduğumu hiç söylemezdim.

İşçi emeklisi benim babam, üç çocuğu olmuş ve hepsinin iyi okumasını istemiş en güzel yerlerde görmek istemiş. Her ana-baba bunu istemez mi? 
Çocukluğumdan bu yana tek bildiğim özel gün, anneler günü idi. Babalar günü yoktu, sonra bir şekilde nasıl girdiyse hayatımıza babalar günümüz de oldu.  1980 yılları sonrasıydı sanırım, kutlamaya başladığımızda. İyi de oldu çünkü;  Anneler günü olduğunda babalar kıskanıyordu. 

Babalar günü olarak ilan edilen günün nereden, nasıl, kimler tarafından çıktığını internette okuduğum yazılar dışında bilmiyorum. Merak edenler için paylaşayım;
 “Babalar günü resmi olarak 1924 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde kutlanmış. Onlar bu kutlamayı dini açıdan ele almışlar. Peygamberleri Hazreti İsa’nın babası anısına, Mart ayının 19’unu Joseph Günü adı altında babalarına armağan etmişler.” 

Onların ne için kutladığı bizi ilgilendirmiyor değil mi?  Biz kendi babalarımızın gününü kutluyoruz, onlarınkini değil...
Nasıl ki anneler günü varsa babalar günü de olmalı. Bana kalsa, iki günün bir arada kutlanması gerekir ama bana kalmıyor ki, hadi neyse! 
Bütün babaların, BABALAR GÜNÜ’NÜ kutlar,  sevdikleriyle birlikte sağlıklı ve mutlu bir yaşam dilerim.
Sevgiyle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi