Baki Çiftçi

Baki Çiftçi

12 EYLÜL’LER KRONİK BİR YARADIR YÜREĞİMDE

12 EYLÜL’LER KRONİK BİR YARADIR YÜREĞİMDE

12 Eylül’lerde yazı yazmak zor iş. Yenilginin ağırlığı yürekte bir hançer gibidir. İş, ekmek, özgürlük, barış  ve kardeşlik umutlarının postalların altında ezildiği bir dönemin kahredici zulmüdür  12  Eylül 1980.
Yedi ay süren binlerce  tekstil  işçisinin grev mücadelesinin bir işyerinde 12 Eylül 1980 Cuma sabahı 10 kişilik grev gözcüsünün üç cemse askerle basıldığı sabahtır 12 Eylül. Bir vahşi kaplan gibi sardılar grev barakasının dört bir yanını, her yeri didik didik aradılar. 1962 Anayasasının verdiği grev hakkını kullanmaktan başka bir suçu olmayan bizler bir düşman edasıyla teslim alınmıştık. Emreden, korkutan üstün bir edayla “Kim buranın sorumluları” diye gürledi bir rütbeli. “Benim” dedim. “TSK yönetime el koydu. Greviniz sona ermiştir. Araçlara binin” diye emretti.
  
 Çaresiz bindik. Üç cemse silahlı adam. 10 kişi çaresiz. “Ne kadar tehlikeliymişiz”diye düşündüm. İşimizi  ekmeğimizi, anılarımızı yıkılmaya başlanan grev yerinden bırakarak bir meçhule doğru yola çıkarıldık. Nazımın, Şeyh Bedrettin destanından bir dizesi geldi aklıma. ”Yenenler yenilenlerin dikişsiz- ak gömleğinde  sildiler kılıçlarının kanını”

  Daha sonra Türkiye İşverenler Sendikası Başkanı ve aynı zamanda grev çadırımızın bulunduğu fabrikanın işleticisi Halit Narin “Bu güne kadar bizim anamız ağladı bundan sonra onların anası ağlayacak” diyecekti  işçi sınıfının yenilen mücadelesini kastederek… Ben böyl e tanıştım 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle.. Ne ilginç 12 Eylül’de Hasdal’daydım. Kimbilir beni grev çadırında teslim alan kahraman; o gün teğmen ya da yüzbaşı.  Şimdilerde Metris’te DİSK’lilerin ve devrimcilerin tutsaklık yatağını paylaşanların arasında mıdır? Kimbilir?

  12 Eylül 1980 bir dönemin kapanıp, ülkeyi karanlık labirentlerin, çıkmaz dehlizlerin, kan acı ve gözyaşı ateşine atılışın, soygun ve talanların olağan hale geldiği pervasızlığa açılan kapıdır. Tam 32 yıldır kan akıyor bu ülkede. Kardeş kanı.  Kandan ve ölümlerden beslenmek olağanlaştı.

 
12 Eylül sabahı “Raydan çıkan demokrasiyi rayına oturtmak ve akan kanı durdurmak için” darbe yaptıklarını anlatan kurtarıcı(!)dan buyana  bir çok kurtarıcı geldi geçti. 32 yıldan beri ; Özallar, Demireller, Çillerler, Ecevitler, ne vatanperverler geldi geçti. Kısaca ev aynı evdi, sadece kiracılar değişti. Her gelen kendine göre şekillendirdi daireyi . İç mimarda ABD emperyalizmi ve işbirlikçileriydi.  şimdi aynı evi AKP  kendi göre dizay ediyor on yılan beri . Ne acı, bu ülke yağmurdan kaçarken hep doluya tutuluyordu.
   
Dün karşı olduklarına, bu gün misliyle sahip çıkıyorlar. Şimdi en kahraman  kurtarıcı o. Asıyor, kesiyor, azarlıyor, öfkesini kusuyor.. Eski tas, eski hamam, vur abalıya. Gencecik yoksul halk çocukları giriyor kara toprağa. Biri çıkıp “Vicdan be yahu vicdan!” diye  haykıramıyor bile, her hangi dava torbasına düşmek korkusuyla . Bütün kurtarıcıların ortak ve değişmez özelliği Amerikancılık.  Dün apoletli kurtarıcıları öyleydi. Şimdi abdestli kurtarıcılarımız. Hatta bir adım ileri. 
 
  Bir de 12 Eylül 2011 var ki evlere şenlik. Demokrasi geldi de biz mi anlayamadık? Galiba bizim demokrasi çıtamız çok farklı anlayamıyoruz! 
12 Eylül karanlık mirasının üzerinde büyüyen AKP iktidarı, korkarım daha da karanlık bir geleceğin kapısını aralamak üzere on yıldır örüyor  örgüsünü. “Buna asla izin vermeyeceğiz.” diye haykırmak istiyorum ama, şimdilik hurda demir yığını gibiyim burada. Adalet ve demokrasi  herkese gerekli olacağından, dünün kahraman muktedirleri bu gün adalet  ararken nasıl çevresinde kimseyi bulamıyorlarsa, bu günün egemenleri  yarın adalet diye aranırken kimi bulur bilinmez.  Gün ola harman ola!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Çiftçi Arşivi