Utku Kızıltan

Utku Kızıltan

“Ağaç, ağaç dersem sana, arlanma ağaç…”

“Ağaç, ağaç dersem sana, arlanma ağaç…”

Dede Korkut’tan Kazan Bey oğlu Uruz’un ağzından bir alıntıyla başlarsam, hem bu konuya eğilmekteki  amacımı daha iyi vurgulayabilir, hem de insan oğlu adına ağaçlardan bir nebze olsun özür dileyebilirim diye düşündüm. Niçin mi böyle düşündüm?
Çünkü her ne kadar, Orta Asya’yı kurutup oraya buraya göçmüş ve Anadolu’nun yeşilini kese kese yarılamış bir neslin, henüz ilkokul sıralarında “baltalar elimizde uzun ip belimizde” şarkısı ile çocukluğu şartlanmış ahfadı isek de, çağımızın en harika insancıl akımı çevre bilincinin doğayı ve yeşili koruma sloganıyla; ormanlara, ağaçlara, hayvanlara ve bitkilere karşı ilgisi, bilgisi artmaya başlayan bir
toplum oluşturmak için çalışanlar çoğalmaya başladı. Yeterli mi? HAYIR!
 Kıyım ve kayıplar bir dakikada 16 futbol sahası (8 Hektar) kadar. Yani siz bu köşe yazısını okuyup bitirdiğinizde, yüz ölçümü 50 hektar olan Yıldız Parkı’nın 20 katından daha geniş (Yaklaşık 1000 hektar) orman dünyadan silinmiş olacaktır. İnsanın inanası gelmiyor ama gerçek.
GELELİM YURDUMUZA!..Ülkemiz zengin orman varlığının şimdiye kadar yarısından fazlasını balta- yangın-keçi üçlüsü ile yok etmişiz. Halen yüzde 20’sini kaplayabilen 20 milyon hektarlık ormanlarımızın yılda ortalama 20 bin hektarı haritadan siliniyor. Bu kötüye gidiş kader değildir. Zenginlerin villa için, göçle gelenlerin gecekondu yapmak için, çiftçinin tarla açmak için yok ettiği, siyasetçilerin oy için görmediği bu duruma göz yumulamaz. Anadolu, bozkıra çöle döndüğünde, aklımız başımıza gelecek ama çok geç olacak. Çünkü çok sabırlı olan doğanın cezası çok yavaş ama çok ağır olmakta, insanlar ders almamaktadır. İçinde yaşayıp hemşehrisi olmaktan kıvanç duyduğumuz 5000 Kilometre karelik Güzel İstanbul’da kala kala binde iki oranında, yani 11 kilometrekare yeşil alan kalmıştır. Betonun yeşile zaferi, modernleşmenin ve çağdaşlığın ödenmesi gerekli bedeli midir?

Şu manzaraya bir bakın; Sofya’dan İstanbul’a kadar yayılan meşelikler bitmiş. Belgrad Ormanı’nın Haliç’e ve Marmara kıyısına uzantıları zevksiz yapılaşmalar ile doldurulmuş. Üçüncü köprü adına, maden ocakları adına orman kıyımları hızla devam ediyor.

NEREDE? Fındıklı’ya adını veren fındıklar, ya Kireçburnu Korusu, güzelim çam ve özellikle sedir ağaçlarının üç beş villa için uğradığı kıyımla arazilerimiz nasıl kelleştirildi. Kozyatağı’ndaki ceviz ağaçları, Çamlıca’da anten direkleri arasında kaybolmuş çam ağaçları, 1980-1990 yıllarında Bostancı’dan Teknik Üniversiteye giderken Boğaziçi Köprüsü’ne daha girmeden,  sağınızda baraj havzasında tek bir bina yoktu yeşil alan 15 senede binalarla dolarken merkezi yönetimler, belediyeler nasıl görmedi. Lions 118 T bölünmeden önce 300 civarında Lions, Liones ve Leo Klüplerinin Yönetim Çevresi ÇEVRE KOMİTESİ BAŞKANI iken, semtinin adı ıhlamur, deresinin adı ıhlamur, kasrının adı ıhlamur olup da bir tek ıhlamur ağacı olmayan yere ıhlamur fidanları diktiğim Beşiktaş’ta ıhlamur ağaçları yerinde yoklar ne olmuştu acaba? Mecidiyeköy’ün dutlukları, Rumelihisarı üstündeki çilek tarlaları şimdi neredeler? Yeşile özlem gidermek için kala kala Karadeniz kıyılarında çok az orman ve parklar kaldı. Oralara da göz diken zenginlerimiz, siyasilerimiz var. Çavuşbaşı ormanlarının, Beykoz ormanlarının kapışıldığı gibi. 2B orman vasfını kaybetmiş arazilerin kanunu bu hükümetten beklendiği gibi meclisten çıktı bile. Okudunuz mu? Haber Türk Gazetesinin 19 Nisanda çıkan büyük manşet haberinde başlık AĞAYA KIYAK MALİYEDEN DÖNDÜ (Ali Ağaoğlu) haberinde hazineye 5541 Metrekare bildirilen alanın esasında 15541 metre kare, 3500 metrekare olarak bildirilen alanın 13500 metrekare  olduğu belirlenmiş. Ülkemizin çevrecilere ihtiyacı var. Benim gibi yumuşak huylu değil, taaa Avrupa’dan gelip Türkiye’de etkinlik yapan, hırpalanan, itilip kakılan feminist kızlar gibi çevrecilere  ihtiyaç var. Yeni filizlenen çevre bilinci daha fidan olmadan yozlaştırılmamalı, çürütülmemeli, siyasete alet edilmemeli. Tüm ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ bu düşünce doğrultusunda birleşmeli, güçlenmelidir.  Bu yol özveri yoludur. İnançsız, duygusuz, oluşumları merdiven yapacak insanlara aramızda yer yok. Yunus Emre, inançsız ve duygusuz insanları, şu dizelerle, kuru ağaca benzetir.
                   
                   
                   
                    Kur’ağacı niderler
                    Kesip oda atarlar
                    Her kim aşık olmadı
                    Benzer kuru ağaca 
Çevre Gönüllüleri, Doğa Severler kuru değil, canlı ve yeşil ağaç gibidir. İnançlı ve duyguludur. Sahip oldukları değerlerin farkındadır. Ama azınlıktalar. Çoğalacağız, bilgileneceğiz, Karadeniz’de HES’lere karşı olduğu gibi örgütleneceğiz. Bu önemli konuya, size enteresan gelecek yazılarla 1-2 hafta daha devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Utku Kızıltan Arşivi