Ökkeş Ağaoğlu

Ökkeş Ağaoğlu

Ak Saray Prestij Sağlamaz, Osmanlı Gibi Hazine’yi Ve Halkı Bitirir

ÜLKELER maddi sıkıntı çekmemek için yığınları çalıştırmaya çalışırlar. İşsizlere iş imkânı yaratmak için Hazine’yi ve bütçeyi zorlarlar. Ellerinde ne kadar imkân ve olanak varsa kullanmaya çalışırlar. Bu imkânları devletin tersanelerinde değil, aksine halkın, köylünün, şehirlerde yaşayan ve enflasyon altında inim inim inleyen vatandaşların hanelerine ulaştırmaya çalışırlar. Çünkü halk zenginleştikçe... İş imkânı buldukça... Evine aş götürdükçe... Her istediğini borç yapmadan alabildikçe... Siyasete ve özel isteklere değil... Halkın yaşam standardını refah düzeyine çıkaran iktidarlara bilinçli olarak ağırlık şekilde puan
verebildikçe...

O ülke ve insanı ne zorluklarla karşılaşır... Ne de her önüne gelen iktidarın, ülkenin oturmuş temel yapısıyla oynamaya çalışır. Ama bizde maalesef bu böyle işlemiyor. Bütçe açık veriyor. Cari açık korkutucu boyutlara ulaşıyor...

Ekonominin Bakanı Ali Babacan’ın şu açıklamaları ne çabuk da unutuldu:

1 – “220 milyar dolar lazım. Bizim bu finansman ihtiyacını, bu çarkın dönmesini sağlamak için, ileriye doğru 5 yıl, 10 yıl makul bir resim ortaya koymamız lazım... Kararlı ve güçlü bir politika ortaya koymamız lazım ki, bu finans akışı böyle devam etsin. Yoksa bir flu olursa...”

2 – “Türkiye mayıs ayı sonu itibarıyla 12 ay içerisinde ödemesi gereken kamu artı özel dış borcun toplamı 169.5 milyar dolar... Bir de bunun üzerine cari açığı ekleyin. Oradan da bir 50 - 60 milyar dolar koyun üzerine... Nereden bakarsanız bakın, 220 - 230 milyar dolar arası bir finansman ihtiyacı var.”
Ve Babacan’ın yaptığı şu açıklama daha da önemli:

3 – “Maalesef ileri bir demokrasi olduk diyecek konumda değiliz. İleri demokrasi için daha atmamız gereken adımlar var.” Bunları biz demiyoruz. Hükümetin bakanı söylüyor. Hem de ekonominin patronu gözüyle baktığı bakanı söylüyor. Ama biz ne yapıyoruz? Saray(lar) yapıyoruz. Hem de binlerce odalı. Çok mu gerekliydi?.. Hayır... Osmanlı’dan kalma mevcut saraylarımız var zaten. Hatta bazıları da devlet adına restore edilerek çalışma ofisi haline getiriliyorken...
Büyük bir sarayın yapılmasına ne gerek var?.. Hiç gereği yok. Ayrıca... Bir ülkenin prestiji, o ülkenin hanlarıyla, hamamlarıyla... Sarayları ve köşkleriyle... Kısaca beton yığınlarıyla yükselmiyor... Yükselmez de... Aksine

1 – İş dünyasının çalışkanlığıyla...

2 – Maden işçilerinin sağlıklı çalışabilmeleri için önemli yasal maddelerle donatılmasıyla...

3 – Köylünün, köyünden mevsimlik işçi olarak göç ettirilmesine değil... Bilakis adresindeki verimli toprakları daha iyi işlemesiyle...

4 – İşçi - işveren ilişkisinde ortayı her zaman hakkıyla dolduran sendikaların varlığının devamlılığıyla...

5 – Anayasal hakların kamu düzenindeki önemli uyarılarını ve ceza-i müeyyide kararlarının vatandaşa en iyi ve adil bir şekilde yansımasıyla..

6 – Hukuk devletinin varlığının her alanda kendini hissettirmesiyle...

7 – Devlet büyüklerinin, vekillerinin ve diğer üyelerinin, ana yurdun iyi işlemesi için yapacakları en iyi düşünce katkısını yapabilmeleriyle...

8 – Fabrikaların her alanda çığ gibi  büyüyerek dünyanın bütün kutuplarına ürünlerini ulaştırabilmesiyle...

9 – Ağır sanayinin ülke geneline değil... Dünya geneline yayılmasıyla...

10 – İhracatın, ithalatı misliyle katlamasına büyük özveriyle ve çalışmayla mümkün olur. Yoksa, prestij adı altında büyük yapılar, o ülkeye ne ihracatı
artırır... Ne de iç donanımlarını donatmaya yetecek kadar ithal ürünlerle kalitesini artırır...
AK SARAY TUTKUSU, OSMANLI’DA DA VARDI... PEKİ NE OLDU?.. ÇÖKÜŞ VE İFLAS...

Lale devriyle başlayan Osmanlı’nın şatafatı hayatı, saraylarla ve lüks villalarla devam etti... Peki sonuç ne oldu?.. Saraylara ve hanlara (ve de terlemek için hamamlara) dönüşen bir iç mimari yapılar zincirinin hortlattığı bütçe açığı mezarlığına dönüştü. Bu mezarlıklar bugün ne kadar tarihi eser olarak anılsa da... Aslında o yapıların hepsinin Osmanlı’ya ağır bütçe yükü getirdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin Dolmabahçe Sarayı... Bu saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırladı. Neden biliyor musunuz?.. Osmanlı’nın aşırı saray tutkusu yüzünden. Düşünün, bir imparatorluk Kırım Savaşı arifesinde büyük para sıkıntısı çekiyor. Akabinde savaşa hazırlanmak ve boşta kalmamak için Osmanlı, tarihinde ilk defa dış borç almak zorunda kalıyor.
Peki Osmanlı, bu dış borcu alarak her şeyi hallediyor mu?.. Hayır...

Neden mi?..
Osmanlı, aldığı dış borcu savaşa hazırlık olarak kullanmıyor. Gidiyor, hanlar - hamamlar, saraylar - yalılar yaptırıyor. Bütün parayı buralara harcıyor.
Halk sokakta fakirlikten inim inim inlerken, koskoca Osmanlı İmparatorluğu Dolmabahçe Sarayı’nı... Ardından Çırağan Sarayı’nı... Peşi sıra Beylerbeyi Sarayı’nı yaptırarak sözüm ona, prestij sağlıyor. Peki sağlandı mı?.. Ne gezer. Siz bırakın prestiji... Osmanlı milyonlarca kese altın borç batağına giriyor ve bunu da emirlerindeki maliyeye intikal ettirerek devleti büyük bir sıkıntıya sokuyor. 

Aylıklar ödenemez duruma geliyor. Eeeee, saray yaptılar ya...
Osmanlı aklınca aldığı borç parayı savaş hazırlığına harcaması yerine. Bu parayı (milyonlarca altını) saray(lar)a harcamak olarak düşünüyor. Bir çırpıda aldığı 3 milyon kese altın, borç batağının habercisi oluyor. Ama Osmanlı havalı olduğu için böyle şeyleri düşünür mü?.. Düşünmez. Onlar, bir imparatorluğun saraylar yaptırarak “En büyük benim” hayaliyle bir çöküşün girdabına girdiğinin farkında dahi değildirler. Alınan borç da olduğu gibi durur mu?..
Elbette durmaz. Borç neredeyse iki misline yakın katlanır ve olur sana 5 milyon altın. Tabii maliyenin karşılaştığı bu devasa boyuttaki borç... Ardından
sarayların bakımı, onarımı ve restorasyonlarıyla birlikte, günlük bakım masrafları koskoca imparatorluğu bitirme noktasına getirir. Sadece bunlar değil tabii ki. Osmanlı hanımlarının takı merakları...

Fransız vurguncularının gümüş oranı düşük ama bakır oranı fazla olan paraları basarak Osmanlı topraklarına sokma çabaları... Sonuç verir ve düşük alaşımlı paralar Osmanlı topraklarına girer. Fransızlar tedbir icabı bu düşük paralardan vazgeçerken... Osmanlı, fazlasıyla efelendiği için parasal tehlikenin ve boyutunun farkında dahi değildir. O dönemlerde kalp paraları olarak da piyasada binlercesi el değiştiriyordu. Yani, esnafın elinde pazarda al gülüm - ver gülüm
kıymeti harbiyesine girmişti bile. Fakat ne zaman ki bu paralar yüzünden ülkede develüasyona gidilir... İşte ondan sonra hiç tahmin edilmeyen, ama tarihte yerini alan Yeniçeri İsyanı başlar. Kısaca saraylar yokmuş gibi saray üstüne saraylar ve konaklar yaptıran Padişahlardan Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdulhamit II yönetimlerinde dış borç fazlalaşır. Neden biliyor musunuz?..

O dönemde (tıpkı bu dönemde olduğu gibi) ülkenin bütün gereksinimi dışardan borç olarak alınıyordu. Çünkü sanayisi, fabrikası olmayan...
Hatta esnafının da, ülkenin dışa bağımlılığı yüzünden borç batağına girmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu temelden sarsmıştı. Borç ödenemiyor, tüccarlıkta dünyanın kralı olan Yahudi ve de Ermenilerden dünyanın borcu alınıyordu. Eğer Osmanlı’nın yetersiz ve bilinçsiz idareci kadrosunu tek tek yazarak ekonomiye girersek, bu sütunlar asla yetmez.

Ama eğer kısaca merak etmek isteyen varsa, (Osmanlı tarihinde Düyun’u Umumiye İdaresi neden kuruldu?) diye araştırılırsa, o zaman konu içinde konunun yer aldığı bilinçsiz idareciliğin Osmanlı’yı nasıl yıktığını görecek ve okuyacaklardır. Eğer bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne “Sen ne yaptın?” gibisinden soru sorulacaksa (Ki soruluyor), işte acemi ve dışa bağımlılığı seven... Tecrübesiz ve ülkeyi yönetmeyi bilmeyen padişahların borcunu bugün eleştirdikleri Türkiye Cumhuriyeti 1923 ve 1954 yılları arasında ödemiştir. Bugün Atatürk Cumhuriyeti’ne olumsuz bakanlar ve hakaret edenler, bugün yapılan harcamaların nasıl ödeneceğini... Veya nasıl ödenmesi gerektiğini açıklayabiliyorlar mı?..
SARAYA HARCANAN DEVASA PARA, UZAY TEKNOLOJİSİNE... ARABA FABRİKASINA... TARIMA VE KÖYLÜMÜZE HARCANAMAZ MIYDI?..

Ayrıca... Ak Saray’a harcanan maliyetin açıklanmasından olağanüstü rahatsız olan iktidar, ekonomide ileriye gidişin varlığından bahsedebilir mi?..
Örneğin Mimarlar Odası, TOKİ’ye, sarayın maliyetini sorduğunda aldığı cevap aynen şu olmuştur:

– “Maliyetin açıklanması, ülkenin ekonomi çıkarlarına zarar verir.” O zaman biz de diyoruz ki:

– “Eğer sarayın maliyeti açıklan(a)mıyorsa, o halde bu sarayın yapımıyla ülkenin prestij kazandığını nasıl açıklayacaksınız?” Bu bilgiler, gizli - saklı bilgiler değil. Günlerce itirazlar ve açıklamalar yapıldı bu yönde. Ama halâ sarayın maliyeti ve oda sayısı konusunda kesin bir bilgi yok. Fakat iktidardan hiç kimse saraya harcanan paranın başka alanlara kaydırılması gerektiğini düşünmedi. Hatta düşünmüyor bile. Halbuki uzay bilimine... Teknolojiye... Türkiye’nin yeni markası olması gereken araba fabrikasına... Tarıma ve köylümüze harcansaydı... Acaba Türkiye’nin ekonomik yönden nasıl ayağa kalkacağını...
İşsizliğin nasıl azalacağını... Ülkede refahın ve huzurun nasıl sağlanacağını...

Ülke insanının yüzlerinin nasıl güleceğini tahmin edemezler miydi?.. Saraylar, kalkınmakta olan ülkeler için büyük ve riskli yatırımlardır. (Ki, bugün dünyanın jandarması olan Amerika bile devasa binalara ihtiyaç duymamıştır.)
Ne diyelim, kriz kapıyı çaldığında sarayın şaşaalı duruşu ülkeye hiçbir yarar getirmeyecektir. Sadece krizlerde mi?.. Tabii ki hayır. Sadece krizlerde değil. Günlük bakımı, onarımı ve hatta elektrik - su - doğalgaz sarfiyatıyla devasa boyuta ulaşacak olan sarayın ihtiyaç külfeti ülkeyi zora sokacak büyüklükte bir ekonomi tehlikesi yaratmakta.

Osmanlı tecrübesini geçirmiş ve borcunu ödemiş olan Türkiye Cumhuriyeti tekrar borca sokuluyor. Maliyeti çok büyük olan yapıya bu kadar önem vermemeliydi. Esas önem, Doğu Anadolu’ya... Güneydoğu Anadolu’ya... Tarım arazilerine... Köylümüzün tarımda güçlenmesine...Araştırıcı gençlik için özel
laboratuvar alanlarına... Uzay bilimine... Ağır sanayiine... Teknolojiye verilmeliydi. Yani, saraylar değil... Kalkınmaya öncelik vereceğiniz ve sırasıyla saydığımız kalemler prestijinizi artırır. Gerisi hikaye.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ökkeş Ağaoğlu Arşivi