Akın Atalay'ı almak için Silivri'ye

Cumhuriyet davasının 8.duruşması 24 Nisan'da Silivri Cezaevi'nde görülecek
Cumhuriyet Davasının 8.duruşması için Silivri'ye çağrı yapıldı. 

Cumhuriyet'ten Canan Coşkun'un haberi şöyle: 

24 Nisan’da Silivri’de başlayacak Cumhuriyet davasında savcılık, hukuka aykırı biçimde yargılama başladıktan sonra bile delil toplamaya devam etti. Belgeler, ‘iktidara yakın medya’ya servis edildi.

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yürüttüğü davada bugüne dek çürütülmemiş ‘delil’, boşa düşmemiş tanık kalmadı. İfade ve basın özgürlüğü davası için yarın herkesi Silivri’ye çağırıyoruz.

Gazetemizin yayın politikasının suçlama konusu edildiği davanın 8. duruşması yarın (24 Nisan) Silivri Cezaevi’nin karşısındaki duruşma salonunda görülecek. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yürüttüğü davada bugüne dek çürütülmemiş bir ‘delil’, dinlenmemiş ve boşa düşmemiş bir savcılık tanığı kalmadı. Tüm bunlara rağmen Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu ve muhabirimiz Ahmet Şık’ın tahliye edildiği son duruşmada, Mahkeme Başkanı Orkun Dağ, “Gemiyi en son kaptanlar terk eder” diyerek İcra Kurulu Başkanımız Akan Atalay’ın tutukluluğunun devamına hükmetmişti.

Geriye hiçbir süreç kalmadı

Avukatlarımızın Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlalleri konusunda emsal niteliğindeki tahliye kararlarını dahi “bizi bağlamaz” diyerek reddeden mahkeme, 24 Nisan’da başlamak üzere 3 gün üst üste duruşma yapacak. Bu sürecin sonunda geriye hiçbir hukuki süreç kalmadığı için karar verilerek davanın sonlanması bekleniyor.

Cumhuriyet’i susturma operasyonunun yargısal sürecine dönüşen dava, ilk günden beri ilerici kamuoyunun adalet talebine konu oldu ve protesto edildi. Basın meslek örgütleri başta olmak üzere yurtiçinde ve yurtdışında birçok demokratik kitle örgütü, davadaki suçlamaların abesliğine ve yargılamanın tutuklu devam ettirilmesine tepki göstermişti.

Demokrasi güçleri yanımızda

Cumhuriyet okurları, Çağlayan Adliyesi’ndeki her duruşma öncesi adliye önünü, kimi zaman da gazetemizin girişini adeta bir demokrasi bahçesine çevirmişti.

Sona yaklaşan baskı davasında yarın da ilerici kamuoyunun desteğini bulacağımızı biliyoruz. “Bu dava sadece Cumhuriyet gazetesinin değil gazetecilerin, gazeteciliğin, ifade özgürlüğünün, dik duruşun yargılandığı bir davadır” diyen herkesi, desteğe bekliyoruz.

Cumhuriyet’e gösterilen dayanışmadan rahatsız olunduğu için Silivri’ye taşınan davaya destek için gelecek olan herkes, aşağıda belirtilen yerleşkelerden, belirtilen saatlerde kaldırılacak olan araçlarımızda kendilerine yer bulabilir. 540 gündür haksız yere tutulan İcra Kurulu Başkanımız Avukat Akın Atalay’ı, Cumhuriyet’e geri getirmek için yola çıkıyoruz!

 

Delil yoksa yaratılır

Gazetecilerin ve gazeteciliğin hedef alındığı operasyon, dava aşamasına geçtiğinde de skandallarla devam etti. Cumhuriyet soruşturmasının tamamlanıp iddianamenin hazırlanmasının ardından, savcılık dava dosyasına “belge” yollamaya devam ederek mahkemeyi etki altına almaya çalıştı. Duruşma günlerinde veya kısa süre öncesinde mahkemeye yollanan belgeler Sabah gazetesine servis edildi.

Hafta sonu mesaisi

Emniyet, Cumhuriyet davasının 11 Eylül 2017’de görülen 2. celsesinden üç gün önce savcılığa, muhabirimiz Ahmet Şık’ın Rus Büyükelçi Andrei Karlov’un öldürülmesine ilişkin tweet’lerini ‘bildirdi’. Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz da 9 Eylül Cumartesi günü mahkemeye yolladığı “tespit tutanağında”, Şık’ın “Karlov’un FETÖ/PDY tarafından öldürüldüğü gerçeğini çarpıtarak örtbas etmeye yönelik algı manipülasyonu ve 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ militanlarını masumlaştırma ve mağdurlaştırma faaliyetinde” olduğunu iddia etti. Aynı gün Sabah gazetesinden Nazif Karaman da kendisine servis edilen bu belgeyi haberleştirdi.


Şık, sobelemişti

Ahmet Şık, 11 Eylül’deki duruşmada mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ söz konusu belgelerden bahsedince şunları söylemişti:

“Twitter’da Mert Altıntaş’ın darbe öncesinde ve sonrasında açılan cemaat soruşturmalarında herhangi bir kaydına rastlanmadığını duyurmuşum. Şimdi var mı Mert Altıntaş ile ilgili bir şey? Bugüne kadar çıkmadı. Zaten olsaydı bu tezviratı kendi medyalarından gayet de yaygarayla duyururlardı. Bu arada savcı bey, Karlov suikastını çözmüş olmalı ki ‘FETÖ/ PDY yaptı’ diyor. Böyle bir tespit de yok şimdiye kadar. Hangi bilgiyle bunu yazıyor? Ya hukuk bilmiyor ya memleket gündemini takip etmiyor. O soruşturma dosyası hâlâ açık. Failin kimin olduğu bilinmekle birlikte kim adına ve niçin yaptığına dair herhangi bir tespitte bulunulmuş değil. O kişinin cemaatçi olduğuna dair de herhangi bir tespit yok. Her gruba ait birisi de çıkabilir. Suikastçı polis orada Arapça birtakım sözler kulanmıştı. Arapça bilen bir gazeteci arkadaşıma bunun ne olduğunu sordum. Bunun, başta El Kaide ve El Nusra olmak üzere cihatçı örgütlerin kitleyi gaza getirmek için söylediği ‘neşid’ olduğunu söyledi. Ben de bunu anlatmışım. Bu arada İran medyasından ‘Suikastı Katar-Suud-Türkiye destekli Fetih ordusu üstlendi’ diye bir haber düşmüş. Onu da duyurmuşum. Bir süre sonra bunun asparagas olduğuna dair bir bilgi gelmiş, onu da duyurmuşum.”

Şık, konuşmasının devamında sosyal medya üzerinden yapılan gazetecilikten de nasıl suç çıkarılmaya çalışıldığını ifşa etmişti:

Hani nerede propaganda?

“Sosyal medya aracı üzerinden nesnel gazetecilik yapıyorum ama oradan suç çıkarma gayretkeşliği var. ‘Suikastçının Fetih ordusu mensubu olmadığını, buna dair yapılan haberlerin yalan olduğunu belirttiği görülmüştür’ denmiş. Hani nerede FETÖ propagandası? Kimi meşrulaştırmışım? ‘Daha önce yapmış olduğu paylaşımlarda suikastçının birkaç gün önceden keşif için geldiğini, Rus Büyükelçisi Karlov’un oraya geleceğinin suikast saatinden 2 saat kadar önce netleştiğini, suikastçı sahsın bu bilgiyi 3 gün önceden nereden öğrenmiş olabileceğine dair varsayımlarda ve sorularda bulunduğu görülmüştür’ demiş savcı. Ben gazeteciyim. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Tabii ki soru soracağım. Bunu da öyle kafamdan uydurup sormadım. Serginin küratörünü arayıp sordum, o da anlattı. Bunun üzerine kuşkulandığım soruları alt alta dizdim. Aslında devlet görevlilerinin yapması gerekeni bir gazeteci olarak yapmaya çalıştım. Benim de görevim öte yandan. Bunu yaptığım için kimse benden bir terörist çıkarma faaliyetine girmesin, herkes haddini bilsin. Cumhurbaşkanı, suikastçının FETÖ/PDY bağlantısı olduğuna dair birtakım iddialarda bulunmuş, onu da duyurmuşum. ‘Daha sonradan yapmış olduğu paylaşımlarda suikastçının FETÖ yapılanması içinde olmadığının, sadece cihat yolunda şehit olmayı kafasına koymuş bir suikastçı olduğuna dair iddialarda bulunduğu görülmüştür’ demişler. Halen de aynı iddiadayım. Mert Altıntaş kanımca herhangi bir angajmanı olmayan, ama cihatçı olmayı kafasına koymuş ve şehit olmak özlemi içindeki bir şeriatçı, cihatçı polistir. Diyorum ki ‘Boş verin bu tartışmaları. Suikastçı Mert Altıntaş FETÖ’cü olabilir, El Nusra’cı olabilir ama esas tartışmamız gereken polis olduğu gerçeğidir.’ Cihatçı bir polisin devlet görevlisi olarak istihdam edilmesini sorgulamaya çalışıyorum ki doğru soru budur.”

Yandaş medyaya servis

Davanın 4. duruşmasının görüldüğü 31 Ekim 2017’de yine Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz, mahkeme dosyasına tutuklu sivil toplumcu Osman Kavala’nın cep telefonunun inceleme tutanağını gönderdi. Tutanakta Kavala’nın yazarımız Aydın Engin ile eski genel yayın yönetmenimiz Can Dündar arasında geçen yazışmalar yer alıyordu. Kavala ve Engin arasındaki yazışmada gazete çalışanlarına yapılan ödemelerde güçlük çekildiği ve Avrupa Birliği fonlarına başvuru isteği yazılıydı. Kavala ve Dündar’ın mesajlaşmalarına göre ikili, görüşebilmek için program yapıyordu. Belgeler, duruşma sürerken saat 14.20’de mahkeme başkanı Dağ tarafından okundu. Oysa söz konusu belge, avukatlara verilmeden önce Sabah gazetesinin internet sitesinde 13.15’te, A Haber’in internet sitesinde ise 14.05’te yayımlandı.

Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı, mütalaasında bu belgelere dayanarak, şu soruları sordu: “Savunmalarda ısrarla bağımsız ve özgür bir şekilde basın faaliyeti icra edildiği belirtilen Cumhuriyet gazetesi, mali destek almaya çalıştığı kurum ve örgütler karşısında ne kadar bağımsızlığını koruyabilecektir? Gazeteye mali destek verenler bu mali desteği ne tür bir faaliyet veya proje karşılığında vereceklerdir? Başka bir deyişle Cumhuriyet gazetesi alacağı mali destek karşılığında bu ülkelere veya örgütlere ne tür bir faaliyet veya proje sunacaktır? Mali destek olmazsa Cumhuriyet’in susması bu ülkeleri ve örgütleri neden ilgilendirmektedir?”

Eğitimlerin fonu AB’den

Mütalaanın ardından söz alan icra Kurulu Başkanımız ve avukatımız Akın Atalay, savcının sorularına şu şekilde yanıt vermişti: “Savcı mütalaasında Avrupa Birliği fonlarıyla ilgili polemik yaptı. Ben bu konuları takip eden biriyim. Türkiye’deki yargıç ve savcıların yüzde 80’i yargının demokratikleşmesi gibi konularda bu fonlarla eğitim aldı. Onlar bağımsızlığını yitirmiş mi oluyor?”

Dedikodu ‘kanıt’ oldu

Savcılığın tanığı Doğan Satmış’ın bir röportajı dahi suçlama konusu edildi. Satmış’ın sadece dedikodulardan bahsettiği ortaya çıktı

AB polemiğinin yaşandığı duruşmada dosyaya kanıt olarak yerleştirilmeye çalışılan yalnızca Kavala belgeleri değildi. Duruşmadan bir hafta önce iddianameyi hazırlayan savcılardan Yasemin Baba, gazetemizde 16 ay yayın danışmanı olarak çalışan Doğan Satmış’ın MİT TIR’ları haberine ilişkin bir internet sitesinde yayımlanan röportajını mahkemeye yolladı. Mahkemenin bunu delil olarak kabul etmesi üzerine Satmış tanık olarak dinlendi. Duruşmaya savunma hazırlayarak geldiğini söyleyen Satmış, “Röportaj, bazı gazetelerde benim söylemediğim ifadelerle kullanıldı. FETÖ bağlantısı ile ilgili bir şey söylemedim. Bu arkadaşlarımızın FETÖ bağlantısı olduğuna da inanmıyorum. Yargılanan gazeteciler de FETÖ ile mücadele etmiş kişilerdir. O sözler bana ait değildir” dedi. Mahkeme başkanı Dağ, Satmış’a bu konuyla ilgili cezai girişimde bulunup bulunmadığını sordu. Satmış da, “Bana ait olmadığını Twitter’dan duyurdum. Tekzip etmenin etik olmadığını düşündüm” yanıtını verdi.

İfadeleri inkâr etti

Röportajdaki “Akın Atalay’ın 3-4 yıl önce vakfı değiştirecek müdahalelerde bulunduğu” ve “Balbay ve Alev Coşkun’un tasfiye edildiğine” ilişkin iddialarını anımsatan avukatımız Tora Pekin, Satmış’a o sırada gazetede çalışıp çalışmadığını sordu. Satmış da o sırada gazetede çalışmadığını belirterek, “Basına yansıyanlardan biliyorum. Balbay benim zamanımda ayrıldı. Hatta bizi de suçladı. Yazıdaki ‘vakfın ele geçirilmesi’ sözünü vakfın yönetimindeki denge değişikliğini anlatmak için söyledim. İfade anlamını aşan bir ifade olmuş” dedi. Pekin, röportajdaki “Akın Atalay darbe girişiminden önce bizi tasfiye etti” ifadesini hatırlatarak, Satmış’a ekibinin kim olduğunu sordu. Satmış, gazeteye Can Dündar ile geldiğini söyleyerek, “Benden sonra 10-11 kişi ayrıldı gazeteden. ‘Tasfiye’ diye bir şey demedim ben” diye konuştu. Satmış, soru üzerine kendisi dışında kimsenin işine son verilmediğini de söyledi. Pekin, sorgunun ardından Satmış’ın Akın Atalay ve Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu’nun da olduğu bir dosyada şüpheli olduğunu aktardı. Savcı ise mütalaada, Satmış’ın sözlerin kendisine ait olmadığına ilişkin ifadesini cımbızlayarak, röportajdaki iddiaları tekrarladı.

Akıl almaz iddialar

Savcılık, aynı duruşmanın bir hafta öncesinde Ankara Başsavcılığı’nın haklarında iddianame hazırladığı Cemal Uşşak ve Erkan Tufan Aytav’ın ByLock konuşmalarını da mahkemeye gönderdi. İkili, konuşmalarda, Cumhuriyet, Sözcü ve Radikal gazetelerinden birileri ile emekli askerlerin Abant Toplantıları’na katılmasını istiyordu. Konuşmalarda operasyon yapılan gazetelerle ilgili dayanışma biçimlerine ilişkin öneriler veriliyordu. Savcıya göre bu yazışmalar Cumhuriyet’in FETÖ’ye destek verdiğinin ve yardım ettiğinin kanıtı idi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Medya Haberleri