Zeliha'nın 8 Mart'ı...

Baki Çiftçi

Köyden ayrılalı henüz birkaç saat olmuştu. Bir hemşerisi "burada iş çok gel" diye mektup yazmıştı. Karısı ve iki çocukla birlikte, taşıyabilecekleri kadar çuvallara tıkıştırılmış eşyalarla otobüs terminalinde sabırsızlıkla hareket saatini bekliyorlardı. Adam oldukça heyecanlıydı. İlk defa köyünden bu kadar uzağa ve bilinmeze gidiyordu.

İlkokulu zar zor bitirmiş olsa da, okuma yazması sınırlıydı. Elinde neredeyse son parayla alınmış otobüs biletini, en değerli hazinesi gibi sıkı sıkıya tutuyor, sık sık bir kalkış saatine birde terminalin duvarındaki büyük saate bakıyordu. Otobüs muavini "ben sizi çağıracağım" dese de omuz omuza kalabalıklardan kaybolma ve otobüsü kaçırma korkusu her halinden belli oluyordu. Karısı ve çocukları korku ve merakla hem adamın her davranışını izliyor, hem de kalabalıklardan korkuyla korunmaya çalışıyorlardı.

Nihayetinde hoparlörden yüksek bir ses duyuldu. "19:30 İstanbul yolcularının dikkatine" Adamın yüreği küt küt çarpmaya başladı. Muavin yanlarına yaklaştı "eşyalarınızı bagaja koyalım, kalkıyoruz abi" dedi.

Muavin iyi birine benziyordu. Solgun yüzlü, telaşsız ve güven veren bir havası vardı. Eşyaları bagaja koyarken muavinin kulağına eğilip "Bizi Ümraniye’de indirmeyi unutma hemşerim" dedi yumuşak bir sesle. Muavin gülümsedi "Daha İstanbul’a dokuz saat yolumuz var. İlk defamı gidiyorsunuz?" dedi. Adam bir az mahcup başını salladı.

Yolculuk başlamıştı. Sadece iki koltuk almışlardı. Çocuklar kucaklarında, motorun uğultusu korku ve endişelerini bastırsa da, onları neyin karşılayacağını bilememenin endişesi fena halde canını sıkıyordu. Dönüp karısına baktı. Solgun yüzünde aynı endişeyi gördü. Karısı köylerinin en güzel kızlarından biriydi. Öyle aşk falan yaşamamışlardı. Annesi bir gün "babanla konuştuk Kerimlerin Zeliha’yı sana isteyeceğiz" dedi.

Zeliha sadıktı. Okuma yazması yoktu. Köyde önce erkek çocuklar okula gider, kızların okula gitmesine pek sıcak bakılmazdı. Öğretmen çabalasa da, imam "caiz" olmadığını söylüyordu. O da okul sonrasında kuran kursuna gidiyordu. Aklında kaldığı kadarıyla zaten "Allah Adem’i yarattıktan sonra onu cennete koymuş ve Adem’in sıkıntısını gidermek için kaburgasından Havva’yı yaratmıştı." İyi ki yaratmış diye geçirdi içinden. Zeliha’nın inanca göre daha yaratılıştan kaybettiğinden haberi yoktu.

İstanbul’a yaklaştıkça endişesi artıyordu. Ya hemşerisi onu karşılamaz ise ya muavin onları yanlış yerde bırakırsa, ya unutursa. Muavinin her yanlarından geçişinde hatırlatmadan edemiyordu. Adam bir ara uyuya kaldı. Rüyasında İstanbul’daki geleceğini görüyordu. Muavinin "Ümraniye’den inecekler hazırlansın" bağırmasıyla kendine geldi.

Büyükçe bir apartmana kapıcı olmuştu. Bodrum katında köydeki evlerinden daha güzel bir daire idi. Banyosu, tuvaleti evin içindeydi. Sıcak suyu bile yirmi dört saat akıyordu. Biraz rutubetliydi ama olsundu. Çocukların odası ayrıydı. Zeliha’da evlere temizlik işine gidiyor ve bazen yevmiyesinin yanında güzel bahşişler ve ev sahiplerinin kullanmadığı giyim kuşam ve hediyelerle dönüyordu.

Adam hemşerisine minnet duyuyor, haftada bir buluşup İstanbul’u memleketi konuşuyorlar, başarılarıyla övünüyorlardı. Habire birbirlerine iltifat edip ne büyük işler başardıklarından bahsederken, Kapıcılar Derneği adına mahalle muhtarlığına aday alacağını anlatıp destek istiyordu. Hemşerisi bir gün "karısına kuma getirdiğini" ballandıra ballandıra anlatınca önce itiraz edecek oldu. Hemşerisi "dinimizce caizdir, imkânın varsa senin de durumun bayağı iyileşti hakkındır hani" demeyi unutmadı.

Ayrıldıkların da "dinimizce caizdir" sözü kulaklarında çınlıyordu. Zeliha’yı düşünüyordu. İstanbul’a geleli yeni çocuk yapmamışlardı. Zeliha çok çalışıyordu. Çocukların bakımı, ev işleri, evlere temizlik bir deri bir kemik kalmıştı kadıncağız. Bir aklı "Zeliha’ya bunu yapamam" diyorken, diğeri "belki Zeliha’ya yardımcı olur yükünü azaltır" diye düşünmeden edemiyordu. Karışık duygularla eve dönmüştü.

Sekiz numaralı evde sürekli bir kavga hali vardı. Evin erkeği zamanında yine orta Anadolu’dan malını mülkünü satıp iyi bir sermayeyle gelip bu lüks daireye yerleşmişti. Emlakçılık işine girmişti. Kimi zaman eve gelmiyor, gelince de kıyamet koyuyordu. Evin kadını "yine ona gittim ahlaksız adam" diye bağırıyor, adamda kadını tekme tokat dövmeye başlıyordu. Çok kereler polis kapıya geliyor ama her seferinde kadın şikâyetçi olmuyordu.

Zeliha bir keresinde "abla buna nasıl dayanıyorsun" demişti. Kadın, "başka çarem olsa bir dakika kahrını çekmem ama nerelere giderim, iş bilmem, mesleğim yok, kimsem yok, başka kadına gitmesine dayanamıyorum ama başımı sokacağım bir çatım, karnımı doyuracağım ekmeğim var" demişti. Zeliha’nın kendini düşündüğü yoktu. Çocuklar, kocası, apartman temizliği ve ev temizlikleri bütün hayatını sınırlamıştı. O artık kocasının, apartmanın ve evlerin hizmetçi Zeliha’sıydı. Kaderiydi bu.

Dört nolu dairede tek başına yaşayan, evi kitaplarla dolu yazar kadın ona en çok değer veren ev sahibiydi. On beş günde bir gittiği bu evde kendini rahat ve güvende hissediyordu. İşe başlamadan önce birlikte karşılıklı kahve içip sohbet ettikleri tek daire idi. Yazar kadın, Zeliha’ya birçok şey anlatıyor ona okuma yazma öğretebileceğini bile söylüyordu. Bir keresinde "sigortan var mı" diye sordu. Bir yerlerden duymuştu ama ne olduğunu yazar kadından öğrendi. Ama kocasına söylemeye korktu. Bir keresinde yazar kadınla birlikte, kocasından yalvar yakarla aldığı izinle Kadıköy’de bir kadın toplantısına bile katılmıştı. Eve dönerlerken kürsüden konuşma yapan, feminist olduğunu söyleyen kadının; “kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığa, şiddete ve cinayetlere karşı çıkmak yaşam hakkını savunmaktır. Eşit ve özgür bir gelecek kurmak ancak kadınların birleşmesiyle mümkündür.” Feministtin ne olduğunu yazar kadından öğrenmişti.

Zeliha sarsılmıştı. "Erkeklere karşı çıkmak, erkeklere karşı çıkmak" diye içinden tekrarlayıp duruyordu. "Töbe töbe." Kocasından şiddet görmemiş olsa da, köyünde bu sıradan, nerdeyse her evde yaşanan bir şeydi. Televizyondan da birçok kereler erkeklerin kadınları öldürdüğü, taciz, tecavüz ve şiddet haberlerini içi acıyarak izlemiş, duymuştu. Anlamaya ve öğrenmeye başladıkça cesareti de öfkesi de artıyordu.

Şimdilerde kadınlara yönelik haberlere daha fazla kulak kabartıyor, küçük kızı için daha çok endişeleniyordu. Yazar kadına daha çok sorular soruyor. Televizyona çıkan kadın milletvekillerini gururlanarak izliyordu. Kadın meslek sahiplerine hayranlık duyuyor ve küçük kızını okutmak için daha çok çalışması gerektiğini düşünüyor, hayaller kuruyordu. Kocası Zeliha’ya kıymetli bir kazanç kapısı gibi bakıyor, kazandıklarını kendisine verdiği sürece Zeliha’daki değişime ses çıkarmıyordu.

Zeliha bir gün "Ben 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü yürüyüşüne katılacağım" dedi ve kocasının "olur- olmaz" demesini beklemeden kızının elinden tutup merdivenlere yürüdü...