BAHARI ÖZLEMEKTEN KORKUYORUM
Yaz Geldi!
Yaz Geçti!
Yaz Gitti!
Yeşil mandalina kokar sonbahar!
Hoşça kal karpuz, hoş geldin portakal!
Son birkaç yıldır çabuk terk ediyor yaz bizi.
Ramazanın hoşluğunu, maneviyatı hatırlatıyor yaz!
Bir tatlı telaştan, misafirler, yemekler, davetler, bayramlar, küçük gezilerden ibaret birkaç yıldır. Bu telaşlar öylesine artıyor ve zamanı hızlandırıyor ki fark etmeden Eylül ayının içerisinde buluyoruz kendimizi.
Eylül; okul hazırlıklarının telaşı, konservelerin hazırlanışı, bahar temizliklerinin başlangıcı, okulların kapısı…
Serin Eylül akşamları, çay içmenin güzel tadı, battaniyenin özlemi, film izlemenin zevki…
Eylül; Yazı kaçırmışlığın verdiği pişmanlık, baharın son demlerini yakalama çabası, hayatı kaçırmamak için yapılan yürüyüşlerin hızlandırılması.
Günü yakalamak, baharı ıskalamamak!
Yaza veda! Kışa merhaba!
Arada kalmış bir Eylül ayı; bahar rüzgârlarının son tadı!
Bu ay her geldiğinde ve gidişinde bir çaba sarıyor evimin ve ruhumun her yerini.
Evim hazırlıklarla coşuyor, yüreğim sonbaharla hüzünleniyor.
Bir his gelip yerleşiyor ruhumun en dulda köşelerine. Hüzünleniveriyorum yapraklar her düştüğünde.
Yazmak, yürümek, daha fazla fotoğraf çekmek, balkonda kahve içmek istiyorum.
Papatyaları özlemekten korkuyorum, çiçekler alıyorum. Karpuzu özlemekten korkup daha fazla yiyorum. Soğuklardan korkup daha çok yürüyorum.
Oysa Özlemek bu kadar fena mıdır? Fark ettim ki ben özlemekten korkuyorum.
Özletenleri hiçbir zaman sevmedim zaten.
Özlenen olmak kolay, özleten olmak da ancak özleyen olmak zormuş be diyorum ve ben özlemeyi sevmiyorum!