Utku Kızıltan

Utku Kızıltan

BASIN KİRLİLİĞİ

BASIN KİRLİLİĞİ


TOPRAK DEĞİL, SU DEĞİL, HAVA DEĞİL  ESAS TEHLİKE “AHLAK KİRLENMESİ” ( 5 )

Basın toplumun aynasıdır der dururuz hep. Ama çeşit çeşittir aynalar. İçbükey aynanın önündeysek kendimizi dev gibi görürüz. Dışbükey olanı bizi bizden çok uzaklara iter.  Bence, basın toplumun “aynası” değil aynısıdır.” Her iki şıkta da olaya yakından bakmakta fayda var. Başladım arşivimi karıştırmaya aradığımı buldum. Ulusal Basınımızın en yüksek tirajlı gazetelerimizden birinin en “etkili” köşelerinden bir örnek vereceğim. (noktasına, virgülüne dokunmadan, Bu yazıyı niçin kesip saklamışım, böyle bir köşe yazısında sözü geçebileceği hiç aklıma gelmemişti. Her halde gıcık almışım.) Yazıyor zatı muhterem kibar köşe yazarı; “34 HY 546 plakalı kamyonun sürücüsü! Bak aslanım, her mesleğin belli kaideleri vardır. Eğer o meslekten ekmek yemeği düşünüyorsan, o kaidelere eşek gibi uyacaksın kardeşim…Uymazsan biri çıkar uydurur! Sen de, şoförlüğü meslek olarak seçmişsin. İyi seç… Fakat; iş, meslek seçmekle kalmıyor. Bu nedenle, öyle direksiyonun başına geçtin diye, kendini bir bok zannetme! Anladın herhalde bütün bunları neden söylediğimi? Geçen gün Güzelce’de, koca yolda bir otomobile sollarken çarptın, sonrada tüydün… Sandın ki, yollar babanın yolu, kimse seni yakalayamaz, kimse sana hesap soramaz…Ulan deve! Koca kamyonla o kadar hızla gidilir mi?.. Sanma ki iş, köşeme misafir olmakla kalacak.. Avucunu yala! Şimdi seni trafikten sorumlu Emniyet müdür yardımcısı, sevgili dostuma havale edeceğim.
 
O senin hakkından gelir. Bir daha da manyak gibi araba kullunda görelim bakalım”……. Diye aynı üslupta uzayıp giden köşe yazısı. Esasen Türk Basınında böyle köşelerin ortaya çıkmasının, böyle yazıların yazılabilmesinin ve böyle bir üslupla yazılmasının temelinde yatan şey kamuoyunun talebidir. Kırk küsür yıldır giderek vahimleşen yozlaşma böyle bir talebi davet etmiştir. “Toplumun aynası” olan basının Bu sürecin dışında kalması mümkün mü? Öncelikle şunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Basın kentleşmenin ürünüdür. Basının sattığı ürünün pazarı kentlerdir. Kentleşmenin özellikle altmışlı yıllardan sora ülkemizde nasıl bir ivme kazandığını biliyoruz. Bu kalabalığa ulaşabilmek, onu gazete müşterisi haline getirebilmek yeni bir iletişim dilini, yeni bir iletişim üslubunu yaratabilmek gerektiriyordu. Bu gerçeği ilk keşfeden Haldun Simavi oldu. 1968 yılında yayına giren “Günaydın” öncü oldu. Neydi Özgünlüğü Günaydın’ın? Bol resim az yazı. 

 GELELİM   EKRAN REZİLLİĞİNE                 
 Yaşınız 50’nin üstündeyse, ahlak anlayışınız zamana uymadıysa, belden aşağı söyleşilerin toplu yerlerde kullanılması size ters geliyorsa, bu yazıyı okumayın. 2000’li yıllara girdik. Bu çağa “Bilgi Çağı” olarak isim koydular. Kimi ülkeler alternatif enerji üretecek yöntemler araştırıyor. Kimi ülkelerde petrol kullanmadan yürüyen araçlar üzerinde çalışma var. Eğitim ve sağlık sorunlarını aşmışlar. Bizde, resmisi ile özeli ile bütün televizyon kanallarımızda bırakın eğitici programı ailece seyredilecek program bulmak bile imkansız gibi. Ben bu tür konularda hassasım.

Gazeteleri kesiyor, notlar alıyorum. Bakın şimdi 5-6 yıl önce bir bayram günü, ağabeyler, kardeşler, eşlerimiz, gelinler, damatlar birlikte televizyon seyrediyoruz. Ekranda Hülya Avşar ile bir türlü sevemediğim Erman Toroğlu “Kadınlar ve erkekler” programını sunuyorlar. Erman Toroğlu’nun, “her taraf delik deşik bekaret duruyor” sözüne, Zeynep Tunuslu, Toroğlu’na “sen bekaretini nerede verdin”?  diye soruyor. Cevap; genel evde. Sen nerede verdin? “Bu konu Amerika’da farklı Türkiye’de farklı”. Toroğlu’ndan “yahu vermenin Amerikası, Türkiyesi olur mu”? Hepimiz utandık. Ama seyredenler, gülüşenler de çok olmuştur herhalde. Sevgili Okuyucular, Nasıl bu hale geldik.
 
Niye böyle olduk? Sağlıklı düşünen, bilgili, fikir sahibi, olayları düşünüp, tartıp, mantığında yoğurduktan sonra tatbik etmek yerine, karar vermekte zorlanan, başkalarının telkinlerine göre hareket eden uyutulmuş, uyuşturulmuş değişik ahlak anlayışı şırıngası yemiş bireyler olduk. Eğitimimiz öyle, siyasetimiz öyle. Aydınlar, muvaffak olmuş iş adamları siyasetten uzak tutulmuş. Siyaset meydanı açlarla, aç gözlülerle dolmuş. Partilerimiz, Liyakate değil, sadakate dayanan bir sistem kurmuş. Lidere en çok hoş görünen gelecek seçimleri de garantiye almış. Eflatun’un asırlarca önce söylediği gerçek olmuş “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır.”  Milletçe karşı çıkalım, tv kanallarını E-Mail, faks yağmuruna tutalım, onların fakslarını kitlitleyelim… Diyeceğim amma, insanlarımızın bu programlara çektiği faksları, telefon mesajlarını, E-Mailleri, bizzat stüdyolara gidip o muhteşem fikirlerini beyan edişlerini görünce moralim sıfır oluyor. Bizi böyle yapan, o seviyesiz programlardır. Ona göz yumanlardır. BU BİR EKRAN KİRLİLİĞİDİR.. VE SONUCU AHLAK KİRLENMESİ YARATMAKTADIR. Sağlıklı kalmanız dileğimle.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Utku Kızıltan Arşivi