Bir başkadır benim memleketim
Van’dayız.
Kars’lı bir amcaya sormuşlar; “Küresel ısınma hakkında ne düşünüyosunuz?” diye. Amca cevap vermiş; “Valla ne diyeyim, hiçbir şey sobanın yerini tutmuyor.”
Neden böyle bir giriş yaptım biliyor musunuz? Gezdiğim bütün Anadolu illerindeki insanların tertemiz ve sıcacık yüreğini anlatmak için. Bu gün size efsaneleri, insanı, güzel yerleriyle ile, gezdiğim şehirlerden birkaç tanesini anlatacağım.
***
Yeni bir şehir’e geldiğimde, havaalanı veya otogara ilk indiğimde, etrafa hızlıca bir göz atarım.
Ne görmeyi umduğumu bilmiyorum. Sadece o şehir ne kokar, nereye benzer, duyularımla hissetmeye ve tanımaya çalışırım.
Daha önce sadece filmlerden görüp bildiğim bir ilimizde, Van’dayız.
***
Burada gezilecek çok yer var. Van kalesi, Akdamar adası ve kilisesi, Van gölü, Muradiye şelalesi sadece bir kısmı. Yemekleri ise muhteşem. Kedi’sinin ünlü olduğunu zaten biliyorsunuz.
Florası güzel olduğundan, Bal’ı da çok meşhur. Fakat, bir de İnci kefali var ki, büyülendim ben izlerken. Neyse hepsini anlatacağım size.
Bölgenin en önemli endemik bitki örtüsü ise ters lale. Daha bir çok ismi var; Hüzün çiçeği, Ağlayan gelin gibi. Bu lale, hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından kutsal sayılıyor. Yazının aşağılarında bunu sebebini de anlatırım.
Haydi gezmeye başlayalım.
Burada beni ilk şaşırtan şey, yemyeşil olması idi. Çöl gibi, dağ taş bir yer bekliyordum, yanılmışım.
Van’ın, Urartular zamanındaki diğer adı, anlamı güneşin kenti demek olan “Tuşba.”
Van’ın, Van adını almasının bir de hikayesi var. Bir rivayete göre burası, milattan 1800 yıl önce Asur kraliçesi Semiramis tarafından kurulmuş. Semiramis, Mezopotamya bölgesinin üst kısımlarında yaşayan surların kraliçesiymiş. Dediği dedik, kestiği kestik kraliçenin. Gönlüne göre birini bulamadığı içinde yalnız bir kadın. Fakat, Van’ın Muradiye kazasındaki bir sefere çıktıklarında, bölgenin hakimi olan, Ara adındaki bir hükümdara gönlünü kaptırmış. Gururundan bunu kimseye söyleyememiş. Semiramis’in kuvvetleri bölgeyi ele geçirdiğinde, Ara öldürülmüş. Haberi duyan Semiramis, bu kayalık üzerine bir kale inşa ettirmeye karar vermiş. Aradan yıllar geçmiş fakat, Arda’nın acısı ile yanmiş yüreği Semiramis’in. Memleketine dönmeye karar vermiş.
Kurduğu şehri ve kale’yi, Wan adındaki bir komutana bırakarak ülkesine dönmüş. Şehir, rivayete göre adını bu komutandan almış.
***
Tepesi karlı Gevaş, diğer adı ile Artos dağının önünden geçiyoruz. Bu arada Gevaş’ın eski adının “Mestan” olduğunu öğreniyorum. Hepimizin bildiği bir türkü var ya “Ben giderim mestan’e” diye işte o sözler buradan geliyormuş. Evlere bakıyorum, çatıları dikkatimi çekiyor. Çünkü, saçtan yapılmış, kiremit değil. Burada kış mevsimi çok sert geçtiğinden böyle bir önlem alınmış.
Tuz gölü
Tuz gölü, Nemrut Dağı’nın patlaması sonucu oluşan Set Gölü. Buraya deniz diyorlar. Normal deniz suyundan 6 kat daha tuzlu.
İçinde bulunan sodyum karbonattan dolayı, sabunsuz çamaşır ve bulaşık yıkamak mümkünmüş.
Aşağıda, plajda denize girenlerin ardında yükselmiş tepesi karlı dağlara bakınca birkaç mevsimi bir arada yaşıyor insan.
Akdamar Adası ve Kilisesi
Akdamar adası Van’a 47 km uzaklıkta. Gevaş ilçesine ise 7 km mesafede. Ada deniz motoru ile keyifli bir yolculuk sonrası, aynı adlı Ermeni kilisesi olan Akdamar’a geçiyoruz.
Bu kilise, 110 yıllık bir bina. Ermeniler, yılda bir kez Eylül ayında burada ayin yapıyor. Bu adanın Akdamar adını almasının güzel bir hikayesi var.
Adada yaşayan papazlardan birinin ”Tamara” adlı genç ve güzel bir kızı varmış. Tamara karşı kıyıda yaşayan kürt bir çobana aşık olmuş. Zaman zaman gizlice buluşuyorlarmış. Tamara, her buluşmada çobana ışık yakarak yol gösterirmiş. Işığı gören çoban da, onu takip ederek adaya çıkarmış.
Ancak, bir gün Tamara’nın babasının bu ilişkiden haberi olmuş, ve kızını bir odaya hapsetmiş.
Çobanın geleceği günü tesbit eden baba, çobanı gözetleyip, onun geliş saatini ayarlamış. Işıkla işareti alan çoban, göle girip ve ışığa doğru yüzmeye başlamış. Ancak, ışık sürekli yer değiştirmekteymiş. Sonunda ışık sahilde bir yerde durmuş ve çoban da oraya yüzmeye başlamış. Yorgunluktan da bitab düşmüş. Geldiği yerde taşlı, sopalı bir saldırı ile karşı karşıya kaldığında ise, geri yüzmeye başlamış fakat gücü iyice tükenmiş. Son nefesini verirken” Ah…Tamara” diye inleyerek, gölün sularına gömülmüş.
Adanın adı, Ahtamara iken, dilden dile değişerek Akdamar olarak kalmış.
***
Van balığı(İnci kefali)
İzlediğimde, bende hayranlık uyandıran olaylardan biri de bu balıklar oldu. Zamanlamamız da harika olduğundan, bu balık göçünü izleme şansına sahip oldum. Bu göçü, Nisan ayı sonundan Haziran ayının sonuna kadar görebilirsiniz.
Bu kefaller, suyun ters yönüne doğru hareket ediyor ve 30 km. kadar gidip yumurtalarını bırakıp, göle geri dönüyor. Bizim bazı iyiliksever vatandaşlarımız, balıkları elleriyle alıp götürmeye çalışıyorlarmış yorulmasınlar diye ama bu arada balıklar da ölüyormuş. Neyse, bu da işin esprisi.
Eskiden yanlış avlanma sonucu, İnci kefalinde azalmalar oluyormuş fakat Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Su Ürünleri Bölümü’nün koruma çalışmaları ile bu mesele halledilmiş.
Göl yaklaşık 3700 km ve 150 mt derinlikte. Hiçbir yere akmıyor, kapalı bir göl. Su kaybı sadece buharlaşma ile oluyor. Adeta uçar gibi görünen balıkları ve gölün üzerinde uçuşan martıların seyrine doyum olmuyor.
***
Van’ın en yeşil ilçelerinden biri Erciş. İlçenin girişinde bir flamingo heykeli var. Bunun sebebi ise, Flamingoların Suriye’ye göç ederken bu güzergahı kullanması. Nüfusu 100.000‘i aşmış. İl olmak istiyorlar. Erciş’liler, biz Van’lı değiliz diyorlarmış. Plakalarını ise 65.5 olarak söylüyorlar. Yerel ağızları Azeri’ceye yakın. 2011 yılında Van’da gerçekleşen deprem en çok burayı vurmuş. Göç alan bir yer, mülteciler burada da oldukça çoğalmakta. Geçim kaynakları hayvancılık.
***
Bu ilde ilk defa gördüğüm bir bitki ile tanıştım. Adı “uçkun” diğer adı “yayla muzu” Salata olarak veya meyve olarakta tüketilebliyor. Çiğ olarak veya pişirilerek yenilebiliyor. Şifalı bir olduğu, bir çok hastalığa iyi geldiği söyleniyor.
***
Ters lale(Hüzün çiçeği)
Yazının başında bu çiçeğin neden kursal sayıldığını anlatacaktım. Biraz da ona değineyim.
Kutsal sayıldığı için koruma altına alınan bu lale, hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından kutsal sayılıyor. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında boynunu büktüğüne ve ağladığına inanıldığı için Hıristiyanlar tarafından kutsal sayılan lale, Müslümanlar içinde hüznün sembolü olarak mezarlıklara dikiliyor.
***
Şimdi sıra geldi, Muradiye’ye…
Ağrı dağına, süphan dağına baka baka İran sınırından Muradiye’ye doğru devam ediyoruz.
Ağrı dağını es geçtiğimi sanmayın sakın, o muhteşem güzellikteki dağı ayrı yazmam lazım.
Muradiye, Van’ın en eski ilçelerinden biri. Çok görkemli bir şelale ile karşılaşıyoruz. Hele üzerindeki asma köprü buraya çok güzel bir sevimlilik katmış. Muradiye, Van merkeze 80 km uzaklıkta. 50 mt yüksekliğindeki şelale, hem görselliği, hem de sesi ile insana huzur veriyor. Ayrıca burada kampta yapılabildiğini öğreniyorum.
Yalnız, başımızın belası HES’ler (Hidro elektrik santralleri) yüzünden, şelalenin suyunun azaldığını söylüyorlar.
Tendürek Dağı
Çaldıran ile Doğu Beyazıt arasında bulunan Tendürek Dağı, Türkiye’nin en aktif volkanik dağı. Güney yamaçlarında bir kaldera(çanak) bulunmakta. En son 1800’lü yıllarda püskürdüğü söyleniyor. Dağdan çıkan tüfler, Kars- Erzurum platosunu oluşturuyor. Burası iklim olarak inanılmaz soğuktu. Muradiye ve Çaldıran da kış mevsimi oldukça zorlu geçiyor. Burada fotoğraf çekerken, mayıs ayı sonunda olmasına rağmen donduğumu da belirteyim. Varın artık kışı nasıldır, siz düşünün.
Ağrı Dağı
Hemen yanında 3896 mt yüksekliteki küçük ağrı ile birlikte öyle heybetli bir görüntüsü var ki büyülenmemek mümkün değil. Tepesi her zaman karlı, üstü de sürekli bulutlu olduğundan tepesini izlemek çok mümkün olmuyormuş. Şanslıyım, hiç bulut yok ve en ucuna kadar görebiliyorum.
Türkiye’nin en yüksek dağı burası. Iğdır’ın güneyinde, Doğubeyazıt’ın kuzeydoğusunda. Yabancı kaynaklarda adı Ararat olarak geçiyor. Bu ismin de Nuh efsanesinden geldiği , Nuh’un gemisinin burada olduğu söyleniyor. Her taraftan dağı görmek mümkün.
İshak Paşa Sarayı, Keşiş bahçesi
Burası aslında bir külliye. Taş işçiliği ve oymaları mükemmel. Saray, 1685 yılında yapılmış 1784 yılında da son son şekli verilmiş. Kesme taştan yapılan saray Selçuklu sanatının özelliklerini taşıyor.
Doğubeyazıt’tan aklımda kalan bir yerde, Keşiş Bahçesi oldu. “Kerem ile Aslı” hikayesini hepiniz bilirsiniz. İşte o hikayenin bu bahçede geçtiği söyleniyor. Kerem, Aslı buluşmak için Ağrı Dağı’nı aşarak buraya geliyormuş. Ayrı dinlerden oldukları için evlenmelerine karşı çıkılıyor ve maalesef yine büyük bir aşk acı sonla bitiyor.
Doğubeyazıt’ta medreselerde müderrislik ve saray katipliği de yapan ünlü bir edebiyatçı, tarihçi yaşamış. Sinema filmi de çekilmiş olan Mem-u Zin adlı eserin yazarı. Anmadan geçmek olmaz. Ahmed-i Hani (Ehmede Xani-1651-1707) Aslen Hakkari’li.
Efsanelere, Aşk hikayelerine doyduğunuzu düşünerek bu hikayeyi geçiyorum.
***
Gezinin devamı gelecek, şimdilik bu kadar. Yazımızın başında başladığımız gibi yine gülerek kapatalım.
Van’ın , Oda Başkanlarından birinin konuşma esnasındaki gaf’lardan bir kaçını yazayım.
***
Başkan’a sormuşlar; “Van futbol takımı birinci lige çıkacak mı?
Başkan cevap vermiş; “1. Lige de çıkarız, 2. Lige de çıkarız, 3. Lige de çıkarız.
***
Yine bir başkan konuşma esnasında şöyle demiş; “ İlk dört kere dördü buraya ben getirdim.”
Dinleyenler düşünüyorlar tabi. Bahsettiği, Jip markası 4*4 imiş meğer.
***
Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın,
Sevgiyle kalın