Bir umudum sen rüsva etme beni…
Geçtiğimiz hafta içinde Avcılar ve Esenyurt’ta iki kadın katledildi. Kocaları onların yaşam haklarını gaddarca yok ettiler. Günde beş kadın katlediliyor diye yazıyor gazeteler. Yakınları yada yabancılar tarafından tecavüze uğramış genç kadın ve kızlar aile meclisleri kararlarıyla cinayetlere kurban gidiyor.
Akıp giden hayatın tül perdesini araladığımızda görmediğimiz, görmek istemediğimiz kim bilir ne acılar var. Ancak ortalık yere saçılınca anlayabiliyoruz. 45-60 saniyelik ekran görüntüsü, feryat eden acılı aileler. Kelepçelenmiş genç bir katil zanlısı!. Hepsi bu kadar. Ateş düştüğü yeri yakar. Zaman akar gider ve unutulur.
Her şey kanıksanmıştır. Ölümlere ağıtlara feryatlara.. Sonra kader, alınyazı, çaresizliği galip gelir hayatlara.
Nasıl kanıksanmasın ki, ben beni bildim bileli kan akıyor bu ülkenin sokaklarında, dağlarında, cezaevlerinde, madenlerinde, fabrika ve şantiyelerinde.
Bu ülkenin gelmiş geçmiş istisnasız tüm hükümranların gözünde cahil cuhala olarak görülen emekçilerine demokrasiyi, onurlu yaşamı, eşitlik, özgürlük ve adil bir ortamda yaşama hakkını çok gördüler. Onlar anlamaz dediler. Devlet kapısında hak aramak için gelene önce şapkasını çıkarttırıp, ceketini düğmelettiler. “Toparlan efendi devlet kapısındasın” dediler.
Hak aramayı, hukuku, adaleti arama yollarını tıkadıkları gibi, isteyene vatan haini, anarşist, yıkıcı, şimdilerde terörist yaftasını yapıştırıp daha ileri gidenlerin sürek avına çıktılar. Daha da direnenlere işkence tezgâhları kurdular. Ölüm yaşamı teslim aldı, meşrulaştı. Toplumun tüm kesimlerini sardı. Güçlüler güçsüzlerin kanlı bedenlerine basıp kimi zaman devlet, kimi zaman sermaye, kimi zaman erkek egemen güç olarak kendini gösterdi. Hukuk ve adalet her dönemin ideolojik, siyasi, ekonomik gücüne göre pozisyon aldı.
90 yıldan beri evrensel hukuk anlayışına yurttaşlarına içselleştirememiş, öğretememiş ve uygulamamış bir sistemin son otuz yılını kendi yurttaşlarıyla savaşarak geçirmiş devlet anlayışının sokaklarında kadınlarını korumak mümkün mü? Söylemeye dilim varmıyor ama daha çok acılar yaşayacağız gibi gözüküyor.
Herkes diğerinin ötekisi, herkes kendi istediğini dayatıyor ötekine. Egemen dil düşmanlık üretiyor, öfke üretiyor. Benden değilsen düşmansın algısı siyasette, medyada, sosyal medyada pervasız düşmanlığı körüklüyor ha bire. Birbirlerini tanımayan insanların kan, küfür, ölüm ve yok etme dilinden yaşamın kutsallığı katlediliyor her gün.
Söylemeye dilim varmıyor ama daha çok acılar bekliyor sırada…
Son söz; Gün derlenip toparlanma günü. Hayatı yeniden kurmak için, barış için, demokrasi için ekmeğin adil ve kardeşçe paylaşıldığı bir dünya için, kadınların, kızların, oğulların, çocukların bu ülkenin sokaklarında caddelerinde, dağlarında gece ve gündüz korkusuzca, özgürce koşup gezecekleri kardeşlik ve aşk şarkıları, türküleri söylediği bir gelecek için, hiç kimseyi dilinden, inancından etnik kökeninden ve cinsiyetinden dolayı hor görmeyen bir demokratik yaşam için bir şey yap. Bir şey yap…
Bir umudum sen rüsva etme beni…
Akıp giden hayatın tül perdesini araladığımızda görmediğimiz, görmek istemediğimiz kim bilir ne acılar var. Ancak ortalık yere saçılınca anlayabiliyoruz. 45-60 saniyelik ekran görüntüsü, feryat eden acılı aileler. Kelepçelenmiş genç bir katil zanlısı!. Hepsi bu kadar. Ateş düştüğü yeri yakar. Zaman akar gider ve unutulur.
Her şey kanıksanmıştır. Ölümlere ağıtlara feryatlara.. Sonra kader, alınyazı, çaresizliği galip gelir hayatlara.
Nasıl kanıksanmasın ki, ben beni bildim bileli kan akıyor bu ülkenin sokaklarında, dağlarında, cezaevlerinde, madenlerinde, fabrika ve şantiyelerinde.
Bu ülkenin gelmiş geçmiş istisnasız tüm hükümranların gözünde cahil cuhala olarak görülen emekçilerine demokrasiyi, onurlu yaşamı, eşitlik, özgürlük ve adil bir ortamda yaşama hakkını çok gördüler. Onlar anlamaz dediler. Devlet kapısında hak aramak için gelene önce şapkasını çıkarttırıp, ceketini düğmelettiler. “Toparlan efendi devlet kapısındasın” dediler.
Hak aramayı, hukuku, adaleti arama yollarını tıkadıkları gibi, isteyene vatan haini, anarşist, yıkıcı, şimdilerde terörist yaftasını yapıştırıp daha ileri gidenlerin sürek avına çıktılar. Daha da direnenlere işkence tezgâhları kurdular. Ölüm yaşamı teslim aldı, meşrulaştı. Toplumun tüm kesimlerini sardı. Güçlüler güçsüzlerin kanlı bedenlerine basıp kimi zaman devlet, kimi zaman sermaye, kimi zaman erkek egemen güç olarak kendini gösterdi. Hukuk ve adalet her dönemin ideolojik, siyasi, ekonomik gücüne göre pozisyon aldı.
90 yıldan beri evrensel hukuk anlayışına yurttaşlarına içselleştirememiş, öğretememiş ve uygulamamış bir sistemin son otuz yılını kendi yurttaşlarıyla savaşarak geçirmiş devlet anlayışının sokaklarında kadınlarını korumak mümkün mü? Söylemeye dilim varmıyor ama daha çok acılar yaşayacağız gibi gözüküyor.
Herkes diğerinin ötekisi, herkes kendi istediğini dayatıyor ötekine. Egemen dil düşmanlık üretiyor, öfke üretiyor. Benden değilsen düşmansın algısı siyasette, medyada, sosyal medyada pervasız düşmanlığı körüklüyor ha bire. Birbirlerini tanımayan insanların kan, küfür, ölüm ve yok etme dilinden yaşamın kutsallığı katlediliyor her gün.
Söylemeye dilim varmıyor ama daha çok acılar bekliyor sırada…
Son söz; Gün derlenip toparlanma günü. Hayatı yeniden kurmak için, barış için, demokrasi için ekmeğin adil ve kardeşçe paylaşıldığı bir dünya için, kadınların, kızların, oğulların, çocukların bu ülkenin sokaklarında caddelerinde, dağlarında gece ve gündüz korkusuzca, özgürce koşup gezecekleri kardeşlik ve aşk şarkıları, türküleri söylediği bir gelecek için, hiç kimseyi dilinden, inancından etnik kökeninden ve cinsiyetinden dolayı hor görmeyen bir demokratik yaşam için bir şey yap. Bir şey yap…
Bir umudum sen rüsva etme beni…