Ökkeş Ağaoğlu

Ökkeş Ağaoğlu

Deprem Denildiğinde Akla Kentsel Dönüşüm Gelmemeli!..



DEPREM, yıkıcı faaliyeti olan doğa üstü bir olaydır. Bu yıkıcı
faaliyet birkaç gün önce İstanbul’u ve diğer Anadolu bölgesini oldukça
korkuttu. Tabii aklımıza ilk gelen o büyük felaketti. Yani Gölcük
depremi ve diğerleriydi.
Hemen düşünmeye başladık:
– Bugüne kadar deprem için ne yapıldı?..
– Deprem(ler) gerçekleştiğinde önleyici faaliyetlerin adı konuldu mu?..
– Olası bir büyük İstanbul depremine karşı ne gibi önlemler alınabildi?..
– İstanbul’un tarihi yapısıyla ünlenen mekanlarının haricinde insani
önlemler ne şekilde alındı?..
– Kentsel programlar nasıl ve ne şekilde devreye sokulacak?..
– Büyük şehirin halkına vereceği ilk hizmet nedir?..
– Belediyenin (anaşehir ile ilçe belediyelerin) vatandaşlarına eğitici
olarak ne gibi hizmetler ve önlemler vereceği biliniyor mu?..
– Büyük projeler bazında İstanbul’un deprem sorununa karşı “çare
nedir?” sorusuna, “işte buraya kadar” diyerek mi cevap verilecek?..
– Modern tarzda binaların yapılmasıyla “Artık İstanbul işte budur”
denilerek bütün kentin yaşam alanını bu kapsamda mı görmekteler?..
Yani İstanbul depremi her vesilede yürekleri hoplatırken ilgili
yerlerin konuya yaklaşımı, bize göre gayet sakin ve sükunetle
geçiştiriliyor gibi gelmekte.
Nasıl mı?..
Örneğin, son büyük Gölcük depreminden sonra doğayla adeta büyük bir
savaş hazırlığı içine giren Türkiye, nedense bugüne kadar ciddi manada
duruş sergileyemedi.
Bizler, büyük depremi şu ifadelerle anmaya başlamıştık:
– 1999 Gölcük depremi..
– İzmit Depremi...
– Marmara Depremi...
– ...Veya 17 Ağustos 1999 depremi...
Bu acı olaydan sonra deprem uzmanlarınca ortaya atılan “İstanbul’u
bekleyen büyük deprem” ifadesi halkı tedirginliğe sevk etmişti.
Halâ da etmekte.
Peki bugüne kadar neler yapıldı?..
Yapılanlar elbette vardır. Ama göz alıcı, göz doyurucu ve “Artık
bugünden sonra 7 değil, 8 şiddetinde bir deprem olsa bile, İstanbul’a
zarar veremez” diyerek kendimizi rahatlatabiliyor muyuz?..
Hayır...
Bunun cevabını asla veremiyoruz.
Dere yataklarına inşaatlar yapıp büyük halk kitlelerini buralara
yerleştirerek, millete “Olası sel fealketlerine karşı her türlü önlemi
aldık. Artık ölümler yaşanmayacak” diyebiliyor muyuz?..
Buna da “Hayır” diyebiliriz.
Neden mi?..
Alt yapısı olmayan şehirler asla depreme ve diğer sel felaketlerine
karşı önleyici tedbirini alamaz.
Alsa da yetersiz kalır.

DERE YATAKLARINA BİNALARI MANTAR GİBİ DİKERSEN, HİÇBİR ŞEYE ÖNLEM ALAMAZSIN!..

Örneğin, “İstanbul’a büyük deprem bekliyoruz” diyerek sadece yıkılan
veya yıkılmaya yüz tutan binaları yenileyerek... Restore ederek oturum
konumuna getirmek depreme karşı önlem olarak düşünülmemeli.
Çünkü bodrum katlara oturum verirseniz, üst katlar istediği kadar
modern tarzda olursa olsun, zemin kattaki insanların hayati
tehlikesini önleyemezsiniz. Burada esas önemli olan şey, bodrum ve
zemin kattaki insanların olası doğa felaketine karşı korumasız
kalmasıdır.
Bundan birkaç sene önce (yani 2012’nin Temmuz ayında) Samsun’da
yapılan TOKİ konutlarında 8 kişi ölmüştü.
Neden ölmüşlerdi?..
1– TOKİ binaları dere yatağına yapılmıştı da ondan...
2– Zemin etütleri dere yatağına göre felakete hazırlıklı olmanın
rakamlarını vermiyordu da ondan...
3– Ve böylesi yerlere yapılan binaların zemin katları olası herhangi
bir felakete karşı önleyici tedbiri yoktu da ondan...
Bu ne demek biliyor musunuz?..
Bu, alışkanlık demek.
Yani bizim (bazı) Türk mühendislerinde şöyle bir alışkanlıktan yola
çıkarak kolaylığa kaçış var:
– “Zeminin engebeli veya taşlı - kayalı bölümleri bizi yorar. Oralara
bina dikmek zahmetli ve maddi külfet getirir. En iyisi mi biz, düz ve
kolay zeminlere binalarımızı dikelim. Böylesi hem ucuz, hem de
kolaydır...”
İşte budur (bazı) Türk mühendislerinin marifeti. Oysa bazı odalar ve
mühendisler, her ne kadar “Buralara binalar yapmayın. Burası dere
yatağıdır, her an büyük felaketlerle karşılaşabiliriz” dese de...
Bunlar dinlenilmedi ve inatla o binalar yapıldı.
Sonuç: 8 ölü.
Bu da bir depremdir.
Deprem, sadece yıkılan binalarda ölümlerin olması demek değildir.
Aksine, dere yataklarına eğreti yapılan güzelim binaların içinde de
ölümler olmakta ve o bölgede oturan insanlar felakete bile bile
sürüklenmektedir.
O halde, ne yapacaksınız?..
Esaslı mühendislerin açıklamalarını dikkate alacaksınız.
Alt yapının yetersiz olduğu bölgelere ivedilikle el atarak olası sel
felaketlerine karşı önleminizi alacaksınız.
Eğer önlem almazsanız, meydana gelecek herhangi bir deprem felaketi
bölgeyi daha da büyük felaketlere sürükleyebilir.
Örneğin:
a) At yapının yetersizliği dere yatağı olan bölgeyi adeta deniz
alanına çevirebilir.
b) Alt yapı olsa bile, su akımlarının olması için toprağa gömülen
künklerin çapı küçük olmamalıdır. Eğer kanal künklerinin çapları küçük
olursa, işte o zaman suyun akışı yoğun olduğundan dolayı rögarlardan
sular tekrar yer yüzüne çıkarak ortalığı mahvedecektir.
c) Ve deniz kenarındaki karayolları... İnanır mısınız hangi sahil
yolunda yağmur olursa olursa... Ne zaman sahilden şehir merkezine
gidecek olursak olalım... Cadde(ler) su gölcükleriyle dolu. Oysa
birkaç metre yanındaki denize, caddede biriken yağmur sularının
tahliyesini düşünebilmek akıllar(ın)a dahi gelmiyor.
Hatta bazı asfalt yollarda çukurumsu bir çöküntü oluşmuş. Hemen
bitiminde de su akımını lağım kanallarına verebilmek için çukur
yapılmış. Ve üstü de demir parmaklıklarla sağlama alınmış. Ama nedense
su kanalının seviyesi yolun çukurundan yüksekte kaldığı için yolda
biriken su, asla su akımlığına gidemiyor.
Şimdi bunun neresi alt yapı mühendisliği?..
Bunun neresi modern Türkiye’nin yapı zenginliği?..
İşte bu sorunlar da modern şehirleşmenin önünü tıkayan  depremlerdir.
Sadece binaların depreme hazırlıklı olması alt yapı yetersizliklerini
gizlememelidir diye düşünülmelidir.
Bazen görüp şahit olmuşuzdur bir parkın yapıldığına... Bir yolun
asfaltlandıktan sonra tekrar kazılarak kanal künkleri döşenmesine...
Üstelik sıfırdan yapılan bu yerler (eğer park alanı ise tekrar
toprakla kapatılmakta)... (Eğer asfalt yol ise tekrar mıcır ve kumla
kapatılıp üstü asfalt yapılmakta)...
Bu kazı çalışmaları, o bölgeleri yapmadan önce neden düşünülmez?..
Burada asıl sorun, bir parkın zemini yapılmadan önce düşünülmeli ve
gereksiz masrafların zararının önü alınmalıdır. Bunun aynısı yol
asfaltlama çalışmalarında da olmalıdır.
Asıl mühendislik işte budur.
Yoksa her şey bittikten sonra tekrar yeri kazarak künkleri
yerleştirmek ve aynı işi iki defa yaparak halkın vergilerini pisi
pisine harcamak maharet değildir.
Gördünüz mü, deprem deyince bir şehrin modernleşmesi açısından
açıkları nasıl da ortaya çıkıveriyor. Yani makyaj değil, gerçek
mühendislik kendini göstermeli.
Hem de her alanda...
Olası bir deprem felaketinde yıkılan veya harap haline gelen binaları
yerle bir edip tekrar yerine mantar gibi binaları dikmenin adı,
“Kentsel Dönüşüm” olamaz. Bunun adı olsa olsa “Yapısal Dönüşüm”dür...
Çünkü depremde bütün millet sokaklara çıkıyor. Bazı bölgelerimizde
yerleşim alanı o kadar sıklıkla yapılmış ki, insanlar geniş ve yeşil
alan bulamadığından, asfalt yollarda yatmakta ve nokta kavşaklarda
birikimler yaparak evlerinin önünden ayrılamamakta.
Yani sorun çok büyüktür.
Oysa büyük depremden bugüne kadar geçen uzun zaman diliminde bu
konunun hiç olmazsa yüzde 40’ı, veya 50’si halledilebilirdi.
Bu durumda kendimizi siyasete kilitleyerek depremi unutacak mıyız?..
Yoksa olası bir büyük felaketi önlemek için acil önlemler alabilecek miyiz?..
Bunu kimse bilmiyor.
Bakalım zaman bize neler gösterecek?..
Ama ne olursa olsun İstanbul’da gökdelen gibi binaların dikilmesine ve
büyük ilçeler yaratılarak yapılaşmasına “Dur” denilmelidir. Çünkü bu
yapılaşmalar hem nüfusu artırmakta... Hem de sorunları daha da
büyütmektedir. Büyükşehirin sorumlusu herhalde bunları görmektedir.
Yok eğer görmüyorsa veya görmek istemiyorsa, o zaman siz 100 tane
metrobüs yolu kursanız da bu şehri asla rahatlatamazsınız.
Bu güzelim şehir, şimdiden deprem yemiş vaziyette.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ökkeş Ağaoğlu Arşivi