DOĞAL KAYNAKLARIMIZ VE KORUNMASI
Doğa severler için önemli bir ay yaşıyoruz. Mart ayı ilk haftası Girişimcilik, Yeşilay, Deprem Haftası ile başlıyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 12 Mart İstiklal Marşımızın Kabulü, 14 Mart Tıp Bayramı, 15-21 Mart Tüketiciyi Koruma Haftası, 16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Yıl Dönümü, 18 Mart Çanakkale Zaferi, 18-24 Mart Yaşlılar Haftası, 21 Mart Nevruz Günü, 21-26 Mart Orman Haftası, 22 Mart Dünya Su Günü, 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, son hafta ise Kütüphane Haftası. Hepsi için koşturuyorum. Bunca etkinliğe rağmen Mutlumusun diye sorsanız EVET diyemiyorum.
Ülkelerinde insanların mutlu ve huzurlu yaşayabilmeleri için doğal kaynaklara sahip olması ve bu kaynaklardan eşit miktarda ve yeteri kadar yararlanması gerekir. Doğal kaynaklarımızın başlıcaları; dağlar, ovalar, ormanlar, göller ve akarsular, her türlü yer altı zenginlikleri, yani madenler, petrol ve doğalgazdır. İnsanoğlu var olduğu günden bu güne kadar, bu kaynakları hiç tükenmeyecekmiş gibi insafsızca, kendinden sonra yaşayacaklara hayat hakkı tanımadan kullanmaktadır. Türkiye, doğal kaynaklar bakımından dünya devletleri arasında yer alan önemli bir ülkedir.
Doğal kaynaklarımızın iyi kullanılması ve korunması, bu ülkeyi seven ve geleceğini düşünen herkesin başlıca görevi olmalıdır. Her işte ve her konuda olduğu gibi bu konuda da eğitim birinci şarttır.
BU KONUDAKİ ÇALIŞMALARIMIZDA BAŞARISIZ OLURSAK NE OLUR ?
OKUYUN DA GÖRÜN ! Konumuz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki ormansızlaşma;
Tarihsel belgeler ve zamanın gezginlerine ait notlar, M.Ö. VII. Yüzyılda yazılmış bir kitabeye göre bu gün çırılçıplak olan Van ve Hakkari’ye sefer yapan Asur hükümdarının sazlık kadar sık olan ormanlardan geçmek için ormandan ağaçları keserek yol açtığı, Xenephon’un Muş civarındaki gerçek ormanlardan söz ettiği bilinmektedir. Bu arada benim de aklıma takılan ve okullarda öğrencilere anlattığım Evliya Çelebi’nin bir anlatımı var, Buralarda başı göğe eren öyle meşe ormanları var ki, bir sincap hiç yere inmeden, daldan dala atlayarak Van Gölünden Ak Denize gider. Ortaçağda Ağrı’yı anlatan bir Arap coğrafyacının da gür ormanlardan sözettiği bilinmektedir. Ketene de Batman suyu yağış havzasında yaptığı bir araştırmasında, orman sınırının eskiden Nuseybin’in güneyine kadar indiğini, Asurlar ve hatta Romalılar Dicle için inşa ettirdikleri donanmaları bu yöredeki ormanlardan yapmış olduklarını bildirmektedir. (Evcimen,1973). Yine, Polonyalı Simscon’un seyehatnamesinde, Bingöl’den Hazar Gölüne gelinceye değin çam ormanlarından geçildiğinden söz ederken, Fırat’ı şöyle dile getirmektedir. Su o kadar sağlam ve leziz idi ki, bütün bir kuzu yenilse bu su ile hazmedilebilirdi. (Anderson,1964) Evet günümüzde anılan bu yol güzergahında bir tek çam ağacı bulunmadığı gibi Fırat (Murat suyu) da yağışsız mevsimde bile çamur akmaktadır. Cuniet, 1890 yılında Mamüret-ül Aziz ile Dersim ve Malatya orman durumunu şöyle anlatmaktadır. Ormanları koruma konusunda idarenin elinde yeterli bilgiler ve ölçüler bulunmamaktadır. Halk yasa dışı kesimlerle ormanları öyle tahrip etmektedirler ki 10 yıl içinde gerekli önlemler alınmaz ise Dersim, Malatya ve Harput Mesire sancakları ormandan yoksun bir duruma gelecektir. Bu sancaklarda orman kıyımı, Keban’daki kurşun ve gümüş madenleri yüzünden olmaktadır.
Evet; Türkiyenin altıda biri büyüklüğündeki bu bölge çeşitli yükseklik ve coğrafi yapıya sahiptir. Bu sebeple de çeşitli iklim tipleri görülmektedir. Bu tahribatlar olmasaydı ülkemizin en zengin yöresi olurdu. SEBEP NE ? Eğitimsizlik. Derneğim, DOĞA EMANETÇİLERİ ÇEVRE EĞİTİM DERNEĞİ Sayın Kurucuları ve Üyeleri, çabalıyoruz. En son AREL Üniversitesinde 2 günde 100 civarında üyeyle AREL Ekoloji ve Çevre Kulübünü kurduk. Şimdi bir de Üniversite ayağımız oldu. Biz ülkemizi seviyoruz. Son nefesimize kadar bu ülke için çalışacağız. İnsanımızı bilinçlendireceğiz.Yolumuz açık olsun. Sağlıklı kalmanız dileklerimle.