Baki Çiftçi

Baki Çiftçi

DOKUNMAK

DOKUNMAK

 “İnsan kendine dokununca karşı çıkıyor.” Ağızdan çıkan tılsımlı söz bu olsa gerek. Bu cümledeki “dokunma” sözünün ağırlığı üzerinde durmak, gerçeklerin üzerindeki tül perdeyi kaldırmak olduğunu düşünüyorum. Gerçeğe ulaşmanın beş bilinenden biri olan dokunmak, bir maddenin, bir öznenin varlığını bütün çıplaklığıyla kanıtlamanın yöntemlerinden biridir. Dokunmanın binbir çeşidi vardır. Dokunursun mutluluk verir, sevgiliye dokunur gibi. Dokunursun acıtır. Dokunursun kanatır. Dokunursun öldürür.

Dokunmak. Ya sen dokunursun ya da sana dokunurlar. Sen başkasına dokunursun bir şey olmaz sanırsın. Hatta mutlu olursun. Başkasına dokunurlar umurunda bile olmaz. Duygusuz bir kör gibi görmezden gelirsin. Hatta bir adım ileri gider “Hak etmiş hain” dersin ve eklersin “Bunlara haddini bildirmek gerek” diye. Huzursuzluk veren kara sinekler gibi iğrenirsin üstelik. Çünkü sen dokunanların safında efendi ve egemensindir. Bu toprakların koruyucusu, yegane sahibi, sen olmazsan vatan olmaz. Her tarafı düşmanlarla çevrili olduğu yetmezmiş gibi iç hainler “Solcular, demokrasi savunucuları, insan hakları,  herkese adalet isteyenler, ekmeğin eşit paylaşıldığı özgürlük peşinde koşanlar” Seni sinirlendirir. Siz de kimsiniz? Benimle eşit olacak miş ! Sokaklara çıkıp “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye  bağırtıları yok mu şu baldırı cıplak ayak takımının,“Hain bunlar, bulmuşlar da bunuyorlar. Bunları tek tek sallandıracaksın.” “Bu hainleri asmayalım da besleyelim mi?” mealinden homurdandığın çok olmuştur belki..

Neyse yukarıdaki “İnsan kendine dokununca karşı çıkıyor” sözünden yola çıkıp geçmişlere daldık. Bu söz 20 Şubat 2011 Radikal Gazetesi Pazar ekinde Balyoz davasından tutuklanan generallerin aileleriyle yapılan söyleşide bir Tümgeneral’in oğlunun sözleri. Ne kadar doğru bir tespit. Ancak resminden anlaşıldığı kadarıyla yaşı aşağı yukarı kırklara dayanmış bir adamın kırk yıldır bu ülkede yaşanan acıları, dramları, kayıpları, zalimlikleri fark etti mi acaba? Mesela, cumartesi anneleri için ne düşünüyordur? Faili meçhuller için insani bir endişesi olmuş mudur? Ya da “Hak etmişlerdir hainler” diye mi düşündü? Babası Hasdal’a gönderilirken ne düşündü bilemiyorum. Beni Hasdal’a kapattıklarında ondokuz yaşımı yeni bitirmiştim. Suçum ise DİSK / Tekstil sendikasının yetkili olduğu bir fabrikanın işyeri baş temsilcisi olmaktı. O Hasdal ki 77. Mekanize Tugayı idi. Ağzına kadar işçi temsilcileri, Tekstil Sendikası üyesi işçiler, Bank-Senciler, Basın- İşçileri, Sine-Senciler, Genel- İş üyeleri, binlerce işçi ve emek temsilcileri. Tam da basına yansıyan Balyoz Davası senaryoları gibi. Ancak biz bire bir yaşadık. Senaryo değildi yani. Nazi kamplarındaki gibi çevremiz silahlı askerlerle çevrili, toprak üzerinde ve derme çatma barakalarda, sahra yataklarında çoğu battaniyesiz ve dışarıda hiçbir haber almadan öğlece esir tutulduk. En renkli olay Fatma Girik’in sinemacıları görmeye gelmesiydi. Çünkü bir saat öncesini ve neyle suçlandığımızı bilmeden beklemek ne büyük işkence olduğunu ancak yaşayanlar bilir. Acaba diyorum “İnsan kendine dokununca karşı çıkıyor.” Sözlerinin sahibinin babası o günlerde bizim sorgucumuz olabilir miydi? Gözlerimiz bantlı olduğu için göremedik ancak askerler “komutanım” diye hitap ediyorlardı.

O günlerde bu güne, çok acılar yaşandı. 30 yıl süren kirli “düşük yoğunluktaki savaşta da çok canlar yok olup gitti. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin mirasçıları ve takipçileri bu ülke insanına demokrasi ve adalet talebini çok gördüler. Sırtlarındaki üniforma ve bellerindeki silahtan aldıkları güç onları “efendi - sahip” yaptı. Biz köleler başları ezilmesi gereken birer parazittik onlar için. Ama biz inatla ve ısrarla demokrasi ve adalet taleplerini ağır bedellere rağmen “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye haykırdık. Kin tutmadık. Herkes için demokrasi ve adalet istedik. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” dedik. Bu gün de haksızlığa uğramış herkes için demokrasi ve adalet talebimizi ısrarla sürdürüyoruz. Bu ülkenin solcuları sosyalistleri  olarak,12 Eylülde kökümüze kast edilmiş  olunsa da, bir avuç kalsak bile eşitlik, özgürlük, adalet  mücadelemiz sürüyor. Taki en sağırlara  halden bilmezlere duyurana ve özgür, adil bir dünya kurana kadar.

Eh ne yapalım  demokrasi ve adalet herkese lazım oluyor işte. Önemli olan başa gelince değil! Hiç olmazsa “yurtaşlık bağıyla” bağlı olduğun aynı toprakları paylaştığın insanlar için de isteyebilecek kadar erdemli olabilmekte mesela…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Çiftçi Arşivi