Cihan Güner

Cihan Güner

HİÇ KAPANMAYACAK YARAMIZ..

HİÇ KAPANMAYACAK YARAMIZ..

Telefonlarıma cevap vermeyeceksin… Cevap versen bile, öyle yorgun öyle isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi… 

Sevmeyeceksin beni… Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin… 


Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma atlar gibi sevdalanışımdan… Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın… Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın… 


Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep. Sana acı çektireni… Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür gibi konuşanı sevdin… Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep. Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…


Beni sevmeyecektin biliyorum ama… Ama, öyle susamıştım ki kendim gibi birini sevmeye… Öylesine muhtaçtım ki gerçekten incitilmeye, gerçekten acı çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz çözüldüm… 


Sana da olmuştur… Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini bulunca tutamaz kendini, her şeyi, belki de söylenmeyecek her şeyi o an, garip bir telaşla söylersin… Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini… Ama yine de engelleyemezsin kendini tutamazsın. Aleyhinde olabilecek her şeyi söylersin… Üstelik bunu anladıkça daha da batırmak istersin kendini… Biraz daha zor duruma düşürmek… Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin… Sanki bile isteye kendi mutluluğunu kendi elinle bozmak istersin… Kendinden gizli bir öç alır gibi. Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi… Sanki hiç sevilmek istemiyormuş gibi… 


Bir tür gurur muydu bu? Bir gün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı? 


Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün. Tam karşımda oturuyordu. Gencecik, yakışıklı bir çocuktu. Şizofren olduğunu biliyordu. Biliyordu iyileşemeyeceğini… İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra avucunu açıyor; “Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı” diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu… Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…


Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben. Görgü kitabı masanın üstünde dururdu hep. Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak.. Çorba nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı… Balık nasıl yenir? Peçete nasıl katlanır… Sinemada nasıl oturulur… 


Ben de eskiden senin gibi saftım. İnanırdım bu dünyada bile şölenler olacağına… Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk yaşayabilirler diye inanırdım… O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen inanırdım… 


Önce dilediğim gibi başlardı her şey. Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi… Sonra birden hiç beklenmedik bir şey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı… İçerden, arka odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; “Bıktım artık, bıktım, usandım hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık”!… 


Ben de senin gibi saftım o zamanlar… Gidilecek neresi var ki, derdim… İşte hep birlikteyiz… Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? … 

Sonraları, çok sonraları anladım. Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir araya gelmişiz; tesadüften de öte… Biz… Bizim aile, herkes, aslında hiç istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz… Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız. Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! … Evet çok geç anladım… 


Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası özlerken, aslında herkes… annem, babam, kardeşim; o evden uzaklara, hiç dönmemek üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş… 

Dünyanın en mutsuz otogarı… Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim evimiz… Yıllarca uzaklara, çok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz… 

İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip bağlanmak. Uzaklara, çok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti. 


Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere gidemiyordu… Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman ediyordu… 

Hem biz, bizim aile… Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydik… Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık… Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü engel olamadığımız o felaket duygusu… 


Senin de ailen benimki gibiydi… Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydi… Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın her şeye… 

Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken kaybetmiş gibisin hep… 


Ben, beni istediğim gibi sevmemiş olan annemi arıyorum imkansız kadınlarda… 

Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanı arıyorsun imkansız erkeklerde… 


Biliyorum; ne ben o kadını bulacağım, ne de sen o erkeği bulacaksın… 

Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde… Ne acı ki, hep bizi incitip üzenlere bağlanacağız… Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür gibi konuşanlara sevdalanacağız… 

Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyeceğiz… 


Ölesiye, amansız seveceğiz onları… 

Biliyorum, bu yüzden odan böyle… Güncelerin ortalık yerde… Kitapların orada, burada… Anıların saçılmış ortalık yere… Her şeyin darmadağın… Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun… Sen de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun… 


Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin hayaletisin… Ailemdeki insanlar gibisin; çok duygusal çok güçlü, çok yaralı… 

Onlar da senin gibi, seninkiler gibiydi… Aklı başında, mazbut insan rolünü oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı… Hepsi yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi… Düşleri çok garipti… En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka kıtalara gitmeyi düşlerlerdi… 


Yine aradım seni, yoksun… Bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın… 

Bir kere çözüldüm sana… Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim… 

Oysa baştan beri biliyordum; sen seni sevmeyenleri seversin. Tıpkı benim gibi… 


Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi… Öyle özledim ki kendim gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi… 

Yine aradım seni yoksun… Beni de birileri arıyor… Beni de kendi gibi birini sevmeyi özleyenler arıyor… Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi özleyen birileri arıyor. Hiç cevap vermiyorum… Ben seni istiyorum, seni arıyorum… 


Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun. Ama seni de biri yok ediyor… 

Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…  


Ben birilerini, o birileri başkalarını. Sen beni… Seni bir başkası… 

Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram… Seni biri sevse de hiç kapanmayacak bu yaran… 

Hiç kapanmayacak!… Avuçların hep boşluğa kapanacak. Tıpkı o şizofren genç gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cihan Güner Arşivi