Japonya’dan Küçükçekmece’ye
Sabah haberlerinde TV spikeri “Birisi Başbakan’a tüpgaz ile nükleer santral patlamasının aynı şeyler olmadığını anlatmalı” dedi. Sonrada Başbakan’ın Rusya’ya giderken Japonya nükleer santralindeki patlamalarla ortaya çıkan felaketi yorumlayan görüntüsü yansıdı. “Nükleer santrallerden vazgeçmemiz mümkün değil. Her yatırımın riski vardır. Evlerine tüpgaz yada doğalgaz bağlatmak da bir risk” Sabah mahmurluğumu üzerimden atmaya çalışırken birden suratıma tokat inmiş gibi kalakaldım. “Nasıl yani?”
Aynı şeyi Çernobil kazasında televizyon ekranında çay içen zamanın bakanı, denize bir damla mürekkep örneğini veriyordu. “Bakın ben içiyorum, bir şey oluyor mu?” demişti. Üzerinden yıllar geçti faturanın boyutu ortaya çıkmaya başladı. 26 Nisan 1986 nükleer kazanın etkileri hala bütün dehşetiyle sürüyor.
Sade bir yurttaş olarak başbakanın sözlerinden dehşete kapıldım.
Bu insanlar bizleri yönetiyor. Bu günümüz ve geleceğimizle ilgili karar alma yetkisi taşıyorlar. Olası bir tüp patlamasının bir evi, bir binayı, daha ilerisi bir kasabayı etkiledi diyelim. Oysa iktidarın enerji bakanı Japonya nükleer patlamasında atmosfere salınan radyoaktif serpintilerin Türkiye’yi etkileyip etkilemediğini kontrol ediyoruz diye açıklama yapıyor.
Burada duralım. “Japonya neresi, Türkiye neresi?” Bu kadar uzak mesafede endişelenip kontrol ve ölçümlere başlamışsan, nükleerin kaza ve patlamalarını tüpgazla nasıl aynı kefeye koyuyorsun?
Deprem ülkesi Türkiye’de ısrarla nükleer santral lobiciliği yapmak ne anlama geliyor? Mevcut sanayi kuruluşlarının örneğin; Dilovası’nda yaşanan felaketleri bile önleyecek yetenekte olmayan bir ülke yönetimi, nükleer kaza ve sızıntıların, patlama ve atıklarının riskini nasıl önleyecek?
Japonya gibi ileri teknoloji kullanan eğitimli insan sayısının yüksek, bilimsel araştırma kaynaklarının geniş olduğu bir ülkede dahi, dokuz büyüklüğünde bir depremin bina riskini önlemiş olmakla birlikte, tsunami gibi doğal felaketlerin zarar ve risklerini, bunun nükleer santraller üzerindeki etkilerini hesaplayamadıkları ortaya çıkmıştır.
Şimdi herkes telaşla önlem alacaklarını söylüyorlar. Ne yani atmosferi filtre mi edecekler. Rüzgarların yönünü hangi ülkeye çevirecekler. Tüm canlılara, hayvanlara, deniz canlılarına bitkilere suya havaya karışan beslenme zinciriyle kıtadan kıtaya ulaşan bu felaketi nasıl önleyebiliriz?
Amerikan emperyalizminin Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye attıkları bombaların laneti –hala kuşaktan kuşağa sürerken böyle bir felaket tüpgazla nasıl kıyaslanabilinir?
Kapitalizmin aç gözlü sömürü ve yağması, dinci kadercilikle birleşince “Kıyamet alametleri” takdiri ilahi körlüğüyle yer küreyi yaşanmaz hale getirenler tarih önünde hesap verirler desem de, sebep oldukları yıkım herkesi içine alıyor. Çünkü nükleer felaket sınıf, din, dil farkı gözetmiyor. Çernobil’den ders çıkarmayanlar bu kez iyice düşünmeliler.
Sırası gelmişken Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezi, biliminsanlarının geliyor diye avaz avaz bağırdığı İstanbul depreminin en riskli belgesinde bulunuyor. Çevresinde milyarlarca insanın yaşadığı bu merkezde risk var mıdır? Deprem riskinin az olduğu bölgelere taşınabilir mi? Ya da tamam kapatılabilinir mi? Teknolojisi nedir? Bölgede yaşayan bir yurttaş olarak bilmek en doğal hakkımızdır.