Ökkeş Ağaoğlu

Ökkeş Ağaoğlu

Topbaş, ‘Su’ Derken İstanbul’un Betonlaştığını Görmeli!..

TÜRKİYE’de öylesine yanlış işler yapılmakta ki... Söylemeyin gitsin...Yani böyle bir ifade şekli vardır. Genelde bu ifade olumsuzlukları tespit etmekte kullanılır. Ama bu olumsuzluk öyle bir safhaya geldi ki... Siz bırakın eleştirmeyi... Kendimize zarar verdiğimizin farkında dahi değiliz.

Nasıl farkında olunsun ki?..


İstanbul’umuzun Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 2014’ün Şubat ayının 17’sinde su ile ilgili olarak şu görüşlerini dile getirmişti:
– “Kurak bir sezon, yıl geçiriyoruz. Türkiye için bu böyle. Buna rağmen su probleminden konuşmuyoruz. Barajlarda seviye düşük ama İstanbul'da su problemi yaşanmayacağını söylüyoruz. 186 kilometreden, Melen'den su getirdik. 136 kilometre daha ikinci bir alt daha yaptık. Oradan daha fazla su almak için yaptık, bitmek üzere. Sayın bakanımız önümüzdeki günlerde Melen'de ciddi bir baraj temeli atacak. O baraj yapıldığında İstanbul'un bir yıllık suyundan fazla suyu İstanbul'a verecek hale geliyor. 2100'ler, 2200'lere kadar İstanbul dert görmeyecek.

Öngörüyle çalışmaktayız.’

Topbaş’ın bu açıklamasından sonra bugün su sıkıntısı yok mu?.. Var... Başkan yukarıdaki demecinden bir ay önce (yani 06.01.2014 tarihinde) de şunu söylemişti:
– “...Hazırlıklarımızı yaptık. 14 milyon insanın yaşadığı şehirde 3 milyon metreküp su kullanılmasına rağmen su problemi inşallah yaşanmayacak.” Buraya kadar iyi... İyi de, ya bundan sonrası?.. Sonrası felaket... İstanbul’un çok ciddi şekilde suya ihtiyacı var. Milyonluk şehirin kuraklık devrine girmesi an meselesi gibi bir şey. Kimine göre 60 günlük su miktarı kaldı... Kimine göre de bunun yarısı... Şimdi burada sormamız gerekmez mi, “Ne oldu 2100’lere... 2200”lere” diye?.. Ama yine de soramazsınız... Neden mi?..

Çünkü, neyi sorsanız... Neyi araştırmak isterseniz... Neyi detaylarına kadar incelerseniz... Hemen size yapıştırılacak ad bellidir: “Sen muhalefet yapıyorsun.” Ne yani, bir insan (heleki bu insan gazeteci olursa) İstanbul’un susuzluğu hakkında bilgi almak isterken karşısına çıkan olumsuzlukları tek tek hatırlatırsa, kötü insan mı olur?.. Elbette ki hayır. Ama gelin görün ki, belediye(ler)in ve tabii ki hükümetin yaptığı icraatlarda yanlışları gören basın ne zamanki yanlışlığı hatırlatmak adına görevini yapsa, hemen vatan haini oluveriyor. Neden?.. AKP’li olmadığı için. Oysa AKP’li olsa, bütün basın toplantılarına... Yurt dışı ve yurt içi gelişmelerde... Hükümetin mitinglerinde en baş sırayı alacak... AKP’li değilse, o gazeteci ne İstanbul Belediyesi’nin yanlışlarını yazdığı zaman sevilir... Ne de hükümet ile arasındaki siyasi birlikten doğan kolaylıkların diğerlerine yansımadığını manşetine taşıdığında sevilir...

Onun içindir ki yandaş medya ile halkçı medya farkı ortaya çıkmıştır. Eğer bu konuda medyaya takılırsak, su konusunda da ne sağlıklı bir haber alabiliriz... Ne de doğruların yazıldığını görebiliriz. Ama ne olursa olsun, Başkan Topbaş’ın açıklamalarından sonra “Sayın Başkan, tüm bu çalışmalarınızdan ve iddialarınızdan sonra bugün halâ su sorunu yaşanıyorsa, problem sizin politikanızda mı?.. Yoksa hükümetin katı siyasi anlayışında mı?..” diye düşünmek dahi yeterli cevap değil mi?..
AĞAÇLARI KESERSEN, HES’LERİ KURMAK İÇİN HALKINLA SAVAŞIRSAN, BUNUN ADINA TEKNOLOJİ KURMAK DEĞİL, DOĞAYI YOK ETMEK DENİR...

1– Üçüncü köprüyü kurayım derken milyonlarca ağacı kesersen, doğanın kendiliğinden gelişmesine darbe vurursun...

2– Hidro Elektrik Santrallerini (HES) kurmak için köylünün sulama kanallarını yok edersen, doğanın yok olması için cinayet işlemiş olursun...

3– Köylünün arazilerini sulayan doğanın kendisini yok etmek için politikalar üretirsen, kuraklık için kurdela kesmiş olursun. Aynı şekilde zeytinliklere ne demeli?.. Soma’daki zeytinlik alanları kamulaştırılarak Bakanlar Kurulu’nun yetkisine sunuluyor. Hem de 25 dekarın altında kalan zeytinliklerin enerji yatırımına dönüştürülmesi için hükümet var gücüyle çalışıyor.
Bunun adı nedir?.. Doğa cinayetidir... Ya 3. köprü için kesilen milyonlarca ağaca ne demeli?.. Şimdi burada hemen bize şu soruyu soracaklar:

– “Yahu kardeşim, siz şehirdeki trafiği görmüyor musunuz?.. Bir defa şehir trafiğini rahatlatmak için İstanbul’da üçüncü bir köprüye ihtiyaç var. Bu, İstanbul trafiğine büyük kolaylıklar sağlar.”

Biz de buna cevabı verelim:

– “Yahu kardeşim, 3 köprüyü kuracağım diye şehrin en güzel köşesini kuraklık hale getirmeye gerek var mı?.. Yok.
Milyonlarca ağacı kesmeye gerek var mı?.. Yok... Yeraltı sularının tehlikeli şekilde yön değiştirerek yok olmasına fırsat verirsen, seni 3. köprü mü kurtaracak?.. Biz de 3. köprü yapılsın diyoruz ama bunu derken, doğanın kendisini yok etmek için acımasızca ve plan projenin dışında doğanın kendi projesini imha etmeyin diyoruz. Köprü ve viyadükler yapılarak ağaçlar kesilmesin diyoruz.”
İSTANBUL’U PLAZALARLA, BÜYÜK SİTELERLE VE DEVASA BİNALARLA DONATIRSAN, BUNUN SONU İNTİHAR OLUR...

Türkiye’de bir inşaat furyası gidiyor. Dere bölgelerinde HES yapma çılgınlığı... Güzelim alanları betonlaştırarak Alış Veriş Merkezleri icat etmeler... Plazalar, siteler ve gökdelen misali betonlaşmış binaları yap(tır)malar... İstanbul için çok büyük tehlikedir. Yeni İstanbul yapayım derken, güzelim kenti yok etmek için elinden ne geliyorsa onu yapıyorlar. Ne bir tabiatın kanununa saygı duyulmakta... Ne de onu yaşatmak için çaba harcanmakta. Tek yapılan şeyin, betonlaşmış bir şehir için son sürat gidilmesi.

Peki nereye kadar?..


İstanbul kentinin betonlaşmasına kadar. Bir zamanlar “İstanbul’a göç durmalı” diyen AKP zihniyeti, bugün İstanbul’a büyük ilçeler yapmak için bütün yeşil alanları yok ediyor. Sen bugün İstanbul’a bir Suriye nüfusunu sığdırmaya çalışırsan... Bu güzelim şehrin ne yeşili kalır... Ne denizi kalır... Ne sahili kalır... Ne de boş alanları... Modern şehirleşmenin oluşumu, akıllı binalarla değil... Akıllı yatırımlarla... Akıllı şehir projeleriyle... Akıllı bir kuşağın yetişmesiyle... Akıllı kent anlayışıyla mümkün olur.

Yok eğer “Benim için akıllı bir kuşak, akıl dolu büyük ve devasa projeler yapıp, İstanbul’u daha da büyütmekten geçiyor” derseniz (Ki, bugün bu denilmekte) yarın değil öbür gün bu güzelim şehrin canını okursunuz. Düşünün deprem bölgesi diye yıkılmaya mahkûm olan bölgelere çok katlı devasa binalar yaparsanız, o bölgeye gelen nüfusun İstanbul’un başına
iş açmış olursunuz. Ayrıca...

Her sokak ve her mahallede fakirliğin ve yoksulluğun kol gezdiği güzelim İstanbul’da yeni binaların milyon dolarla, yüzbinlerle telafuz edildiğini görmek, o şehrin hesapsızca ve mantar gibi büyümeye yüz tutmuş plansız İstanbul’a büyük sorunlar getirdiğini görmek demektir. Bu kadar bina yaparsanız... Bu kadar devsa projelerle güzelim şehrimizin nüfusuna milyonlarca nüfus katarsanız, siz bırakın yeni baraj yaparak su sıkıntısını gidermeyi...

Yetmeyecek ve yetiştirilemeyecek bir hizmetin yokluğunu ve sefilliğini belediyede görmeye hazırsınız demektir. Su sorunu,  sadece barajlar inşa ederek halledemezsiniz. Su sorunu, başlı başına bir sorundur. Başta siyasi bir atılım gerekmektedir. Yani, Doğu ve Güneydoğu’ya yatırım yapılmalıdır. Köylüye modernleşme adına hizmet götürülerek tarımı canlandırırsanız, İstanbul’a göçü durdurursunuz. Yok eğer siyasi ve ekonomik olarak bunu düşünmezseniz (Ki durum aynen budur) yeni binalarla İstanbul’u boğarsanız.

Sonuç olarak da siz bırakın 10 baraj yapmayı, 20 baraj yapsanız bile su sorununu çözemezsiniz. Deniz suyundan içilebilir ve kullanılabilir su üretmek düünülüyorsa eğer, bu çok pahalı bir yatırımdır. Bu, kullandığınız suyun faturasının 2’ye, belki de 3’e katlanacağına işarettir. Bir de bunun yanına yeni binalar, yeni plazalar ve yeni AVM’lere hız verilerek betonlaşmaya devam edilirse... Yeraltı sularının ve yeşil alanların yok oluşuna göz yumuyorsunuz demektir. Bir mimar olan sayın Topbaş’a “Gerçek şehirleşme anlayışı betonlaşma mıdır?” diye de sormak lazım. Tabii bir de Ataköy, Yeşilköy ve Kazlıçeşme sahiline sıfır olan yeşil alanlara büyük binalara yapım izni vermek doğru mudur?”  sorusunu da eklememiz gerekiyor. 

Su sorununu hallederken, İstanbul’u rahatlatacak bir nüfusa geri çekmek gerekiyor. Bunun yolu da, köylümüzün topraklarını bedelsiz vererek tarımı canlandırmak... İstanbul’daki devsa yapılaşmalara dur demek... Milli geliri köylünün kalkınmasında aramak gerekiyor. Yok eğer bunlar paylaşılmazsa, köylü düşünülmezse, bunun sonu intihar olur. Hem de ulusça intihar olur. Göçü de asla durduramazsınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ökkeş Ağaoğlu Arşivi