Vakitsiz öten Tavuk'un başını keserler!
Silivri Belediye Meclisi'nde başlayan ve ulusal basına kadar yansıyan İstiklal Marşı'na saygısızlık olayında her zaman olduğu gibi muhatabı ve yalakaları faturayı basına çıkartmaya çalışıyor. Görevini yaptı diye gazeteciler yine "şerefsiz, müsvette, pespaye" falan oluyor. 3 gün önce gazetemizin kapılarını aşındıranlar bugün "pespaye kağıt parçaları" diyor, bizi şerefsizlikle itham ediyor.
Gerçi, haberimizden sonra müdürü tutuklanan ve tecavüz skandalı ile çalkalanan Huzurevi haberimizin ardından da aynı tavrı takınmıştı bunlar.
Savunma yöntemleri, mekanizmaları, akılları ancak bu kadarına yetebiliyor.
"Onlar şerefsiz, onlar kağıt parçası" demekten başka bir savunmaları hiç bir zaman olamıyor. Haberi yaptığı için gazeteciler hep "kötü" gazeteci oluyor.
Halbuki onlara göre gazeteci "dilini alabildiğine dışarı çıkarıp onları yalamalı, onları yıkamalı yağlamalı" övmeli, göklere çıkartmalı, aleyhte haberi haşa yapmamalı, görse de susmalı, yazmamalı...
Kendilerinden olmayana yakın durmamalı, görüşmemeli, konuşmamalı, kendilerinden olmayanların olumlu haberini haşa yapmamalı, aleyhte ne kadar belge varsa bulup yayınlamalı. O zaman iyi gazeteci olunuyor.
Silivri Belediye Meclisi'nde Belediye Başkanı İstiklal Marşı'na saygısızlık ediyor, Belediye Organizasyonunda da benzer bir tavır takınıyorsa bunu yayınlamak gazetecinin görevidir. Kamuoyuna sunmak, haber değeri taşıyan bu olayı yazmak vazifesidir.
Ama "Tavuk beyinliler" bunu idrak edemiyor. Yada biliyorlar ama işlerine gelmiyor.
Siz "paçavra, şerefsiz, kağıt parçası" falan demeye devam edin. Üstelik 3 gün öncesinde kapımızı aşındırdığınız günleri tavuk hafızanızla unutarak gazetelerimizi aşağılamaya, karalamaya çalışın. Bağımsız, özgür basını susturamazsınız. Halk yemedi! Görünen köy kılavuz istemiyor. O görüntüler ulusal televizyon kanallarında boy boy gösterildi. Montaj da değildi, yanıltıcı da değildi. Olanı, olduğu gibi yayınladık. Herkes bütün çıplaklığıyla olanları izledi. Kim paçavra, kim pespaye gördük.
Şu kadarını söyleyebilirim ancak size:
Milli değerlerimizi yerden yere vuran sizler şerefli iseniz, kabul ediyorum. Ben bunu kamuoyuna duyurduğum için şerefsizin önde gideniydim. Sizin bu hakaretinize alkış tutmayarak, yalamayarak, yutmayarak çok büyük şerefsizlik ettim!
Kara sayfalar
Bir gazetede de "Her ne olursa olsun, kentin belediye başkanının onurunu korumak gazetecinin görevidir" tadında bir yazı okudum bu olanlar ile ilgili. Yani ki o belediye başkanı milli değerleri yerden yere de vursa biz gazetecilerin görevi başkanın onurunu korumak için susmakmış. Yok ya! Bu mu sizin gazetecilik ahlakınız? Meslek anlayışınız bu mu?
Afedersiniz ama bir önceki dönemde neden korumadınız madem belediye başkanının onurunu? O zaman aklınız neredeydi? Cebinize mi kaçmıştı? Belediye meclis salonlarında yazdığınız yazıları hep birlikte okuduk, gördük. O zaman bu kentin belediye başkanının onurunu neden düşünemediniz?
Ne yani, yerel basının görevi kentin belediye başkanının onurunu korumaksa, ulusal basında Başbakan'ın onurunu koruma görevini mi üstlenecek? Ulusal basında hiç bir gazeteci Başbakan'ı, yerel basında hiç bir gazeteci Belediye Başaknını mı eleştirmeyecek? Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, haber alma/yayma hakkı? İletişim özgürlüğü? Basın meslek ilkeleri? Basın hukuku? Bu kavramlar size bir şey hatırlattı mı? Görevinizi hatırlatsın demiyorum ha? Görevini yapana sataşmamanız gerektiğini hatırlasanz kafi...