BÜTÜN hafta insanlar stres içindeydi. Ve sürekli sıkıntılı dakikaları atlatmak için kendini oyalamaya çalışıyordu. Hatta halkımızın bir kesimi AKP’nin “Demokratikleşme” sözünden yola çıkarak ve vereceği kararlarından çok, almak istediği despot dayamalarının ne zaman gerçekeleştireceğini merak ediyordu.
Sonunda gün geldi çattı ve Başbakan Erdoğan, çok övündüğü ve kendince çok başarılı bulduğu “demokratikleşme” paketini açıklayıverdi.
Peki ne oldu?..
Hiçbir şey.
Ne bu paketten anlayan bir şey anladı...
Ne de beklentilerin cevabını verebildi.
Bütün maddelerin içereğinde, alışagelmiş unsurların harfleriyle doldurulmuştu. Yani bildik şeylerdi.
İçi boş ve kof bir demokratikleşme paketiydi.
Çünkü bu paketin içinde birkaç tanesi öne çıkıyordu:
1– Seçim... (Daraltılmış Bölge)
Bu madde o kadar sorunlu ve sorumluluk taşıyor ki, 3 - 4 parçalı sisteme dayalı bir alternatif unsuru gözümüze sokulmuştu. Kimi partinin 5 bölgede alacağı oya göre sistemi değiştirmesi gibi... BDP için sanki...
2– Köylerin isimlerinin değiştirilmesi...
Dostlar alışverişte görsün misali bir aldatmaca gülücüğü andıran unsuru taşıyordu.
3– Türban...
Kamuda takılması ve serbestlik kazanması yetkisi verilmişti.
4– Andımız...
Cumhuriyetimizin yegane ifadeleri yasaklanıyor.
Daha doğrusu Atatürk’ten kalan izler tek tek yok edilmek isteniyor.
Ama ne olursa olsun, kim ne derse desin, bu dört maddenin Türkiye için büyük sorunlar yaratacağı kesindir. Çünkü seçimler yaklaştıkça, AKP’nin ve onun yavru iktidarı BDP’nin oy oranında büyük düşüşler yaşanacağı için, kendi bacağını vurmak istemiyor hükümet.
Daha doğrusu yüzde 10’luk barajı ortadan kaldırmak için çalışma yapmış olsalardı, gerçekten de kendi kendilerini yaralamış olacaklardı. Bunu da çok iyi biliyordu.
Ama ortaya çıkıp da, “Benim oy oranım düşmeye başladı” diyebilir mi?..
Hayır...
Asla diyemez.
İşte onun için barajı düşürme babında 3 türlü alternatif seçim sistemi olabilir” gibisinden kafaları karıştıran bir söylemle muhalefeti köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Hükümetin, köylerin ve bazı yörelerin, illerin isimlerinin değiştirilmesi olayını ise, Tunceli’nin adının Dersim olması garantisini bölge halkına vermek için böylesi bir yasalaşma statüsünü gündeme getirmiş oldu.
Yani ne şiş yansın, ne de kebap misali.
Türban ise, tam bir fiyasko ile noktalanacak unsur oluverdi. Çünkü Başbakan bu olay üzerinde konuşurken, ne bir “Türban kamuda serbest” diyebildi... Ne de “Başörtüsü rahatlıkla kullanılabilecek” diyebildi...
Sadece “İnsanların inancı gereği” diye yola çıkarak türban kelimesini üstü örtülü verceği yere mesajını vermiş oldu.
TÜRBAN MI, BAŞÖRTÜSÜ MÜ?..
Okullara ve kamuya serbest olan türban olayına neden bir açıklık getirilmedi?..
Yani, şöyle denilebilirdi:
– “İnsanların inançları doğrultusunda giydikleri başörtülerinin şekli ve giyim tarzı şu şu şu şekilde olacaktır. Aşırı ve abartılı peçe görüntüsü ile çağdaş Türkiye’nin görünümü karanlığa gömülmemelidir. Başörtüsü olarak adlandıracağımız giyim tarzını asla peçe ve siyah renkten korkutucu elbiseler giyerek çocuklarımız ürkütülmemelidir...”
Bunu diyebilirler mi?..
Asla diyemezler.
Çünkü AKP, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve laik demokrasisini türban giysisiyle vurup, Andımızı kaldırarak yaralamak istemiştir. Bunu başardıklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar. Çünkü böyle bir dayatmayı kimse kabul etmez, hatta ettiremez.
BU MADDELERİN HEPSİ ZATEN HALKIMIZ TARAFINDAN BİLİNİYORDU, SÜRPRİZ OLMADI...
Zaten bütün okunan maddelerin tümü kamuoyu tarafından biliniyordu.
Andımızın onlara verdiği rahatsızlık öylesine büyük olmuş ki, en sona saklayarak okumanın aslında ilk sıralarda olması gerektiğini bilmeleri gerekirdi.
MHP DURMA ARTIK, NE DURUYORSUN, ÇIK ORTAYA VE TÜRKLÜĞÜ SAVUN...
Bunlar açıklanırken, muhalefetten gelen sesler elbette bilinen seslerin aynısıydı. Ama bir türlü ses getirecek bir atılım yapılamıyor.
Muhalefetimiz neden bu kadar pısırık?..
Mesela MHP...
Ne Gezi Parkı olaylarında öne çıkarak gençliğimizin ve Türklüğümüzün ifadelerini koruyacak adımlar attı...
Ne de o meydanlarda göründü.
O meydanlarda sadece CHP ve İP göründü.
Gençlik kollarının neferleri göründü.
İnsan demez mi, “Yahu MHP; nerelerdesin?
Niçin vekillerinin dokunulmazlıklarıyla halkına siper olmadın?..
Neden Türk halkının Anayasal haktan doğan hakkını kullanmasına yardımcı olmadın?..
Veya olmuyorsun?..
Derdin nedir?..
Senin derdin Türk halkı mı?..
Yoksa AKP sistemine yol vermek mi?..
Ne olursa olsun, nasıl yapılırsa yapılsın, mutlaka halkın haklarını korumak ve onlara yardımcı olmak için vekillerinle birlikte (tıpkı CHP ve İP nasıl yapıyorsa) sen de aynısını yaparak meydanlardaki demokratik özgürlüğün sesini duyurmalısın...
Ama nedense yok olup gidiyorsun.
AKP’NİN BÜTÜN DERDİNİN GEZİ OLAYLARI, TÜRKLÜK VE ANDIMIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI...
BDP - İmralı - AKP üçgeninin ele aldığı sözüm ona demokratikleşme paketinin içinin bomboş olduğunu söylememize gerek bile yok.
Çünkü...
Bu paketten ne BDP ve Öcalan, istedikleri doğrultuda bir sonuç alabilmiştir. Ne de bölge halkına doğru dürüst bir paket sunulabilmiştir.
Ama hükümetin bütün derdinin Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmak için Gezi olaylarını Anayasal hak olarak yerine getiren Türk gençliği olduğu... Ve Andımızın da kendilerini rahatsız ettiği ortaya çıkmıştır.
Neden mi?..
Başbakan, “Reform paketimiz kapsamında, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Kanunda önemli değişiklikler yapıyoruz. (...) Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin sürelerini uzatıyoruz. Açık yerlerde, güneşin batışından bir saat önceye kadar sürebilen toplantılar, güneş batmadan dağılacak şekilde; kapalı yerlerde saat 23’e kadar süren toplantılar da, saat 24’e kadar yapılabilecek” diyor.
Evet ama Anayasa gereği gençlerimizin biraraya gelmesi ne gösteri yürüyüşüdür... Ne de toplantı veya miting olayıdır. Gençler (hatta tüm Türkiye) Anayasa’nın belirttiği gibi aynen şöyledir: “Anayasa`nın 34. Maddesi : B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı,
Madde 34. - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”
Yani burada demek istenilen şudur: Başbakan’ın dediği toplantı ve gösteri yürüyüşü serbestliğine getirilen sınırlama ile Anayasa’nın Türk milletine getirdiği ifade özgürlüğü aynı değildir. Anayasa, ne bir sınırlama getirmiştir... Ne de saat farkı gözetmektedir.
Bunun yanında güya Türk milletini çok sevdiğini söyleyen Başbakan, aslında ne Türk milletini sevmektedir... Ne de Türk kelimesinden hoşlanmaktadır. Eğer Türk milletini ve Türk kelimesini sevmiş olsaydı, ne bugün türbanı okullara ve kamu alanlarına sokardı... Ne de Andımızı yasaklayarak şeriat özlemi çektiğini hissettirirdi.
Ama görünen odur ki, alınan kararların tümü de halkımız tarafından bilinmektedir. Ortada yeni bir gelişmeye meal verecek bir hususun olmadığı gibi... Sınır güvenliğimizin... PKK’nın... (Yavru İktidar) BDP’nin... Suriye’nin... Ve akabinde dış politikaya yönelik iç işlerde yapılabilecek değişimlerin ayak izine bile rastlanamamıştır.
Oysa Türk tarihini bilmeyen...
Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünün içine ne gibi bir devlet güvencesinin tesis edildiğini sezinlemeden...
Hükümet, çakma Osmanlı hayranlığı ile kendi egolarını tatmin etme yoluna gitmenin ne kadar yanlış... Ne kadar hatalı... Ve ne kadar boş bir beklenti olduğunu anlayamamıştır.
W, Q VE X HARFLERİ YENİ BİR ŞEY DEĞİL Kİ...
Bu harfler yeni bir şey miş gibi sunmak o kadar yanlış oldu ki anlatamam... Sanki bugün bu harfler kullanılmıyormuş gibi ortaya çıkıp da, “Bu harfleri serbest bıraktık” diyerek Kürt alfabesine yağ çeker görünmek gülünç olmuştur.
Mesela Q harfi Türk alfabesine çok önceleri girmiştir. Basın yazısına bakarsanız, orada çok görürsünüz.
Ya Q alfabesi olan bilgisayarlara ne demeli.
Bilgisayar alındığında, “Sadece klavye Q mu? Ben F istiyordum” söylemleri teknoloji dünyasında yıllardan beri söylenmekte ve kullanılmaktaadır.
Ya X harfine ne demeli?..
İks olarak bankaların kredi kartlarında bu harf cirit atmaktadır.
W ise, aynı şekilde kredi kartlarında olduğu gibi, çeşitli büyük mağazaların marka adlarında rahatlıkla görünmektedir. LC Waikiki gibi, birçok markanın adını vermek mümkündür.
Yani bunlar yeni değildir. Yıllar öncesinden Türk matbaasına ve teknoloji aletlerine girdiği kadar... İngilizce terimlerin birçoğu Türkçe harflerle aşırneşir devam edip, son sürat gitmektedir.
Evet...
Demokratikleşme paketi fiyaskodur.
Yavru iktidar BDP istediğini alamamıştır.
Türban beklentisi sonunda zikredilmiştir.
Ama Türklük rahatsızlığı Andımızın yasaklanmasıyla ortaya çıkmıştır.
Ne diyelim?..
Türk’ün dostu da Türk’tür, düşmanı da Türk’tür.
NOT: Başbakan miting ve toplantıların izinli ve serbest olduğunu söylerken, Gezi Parkı’ndaki gençlere binlerce tonluk Toma’larla zehirli suları sıktığını... Biber gazlarının binlercesini kullandığını... Kimyevi madde karışımı suların yetmediği gibi, palstik mermilerin binlercesini kullanarak gençlerimizin ölümlerine sebep olduğunu... Gözlerinin de kör olmasına neden olan bu girişimleri nasıl da unutuverdi?..
Ayrıca Gezi olaylarında daha ayaküstü basit bir basın bildirisinin okunmasına dahi müsaade edilmeyerek, hatta gençlerin polislere karanfil uzatırken bile vicdansızca ve hiç pişmanlık duymadan biber gazına boğmasını ne çabuk unutuverdi...
Başbakanın, “Yaradılanı yaradandan ötürü severiz” derken, “Benim polisim destan yazdı” diyerek genç ölümlere neden olduğu yetmiyormuş gibi... Bir de bunun üstüne, bir başsağlığı dahi dilemiyor.
Kimse bu demokratikleşmeye inanmasın.
Hepsi yalan.