Acıyı çok kereler çok yerde yaşadık, halende yaşıyor ve bundan sonrada yaşayacağız. Yaş kemale yaklaştıkça kabullenmek daha kolaylaşacak sanırdım. Hiçte öyle olmuyormuş, nüfus kâğıdı eskidikçe duygusallık dahada kök salıp yeşeriyor. Göz pınarları daha çabuk doluyor, yürek çarpıntısı ağırlaşırken.
Evet, zor olanların en zorudur ölüm haberi yazmak. Hele ki ölen yakın bir dost ve paylaşılmışlıklar var ise. Yaşanmışlığın adı konmamış, dertler tasa edilmemişse. Sevdiğim dost insanların anısına yazdığım ve her hakka yürüyenin ardından yayımladığım yazılarım vardır. Demek ki bu yılın ilk ölüm yazısında senin için yazacakmışız güzel insan. Serde ömür, dünyada ölüm oldukça sanırım daha çok yazacağız da…
Az sonra sala okunacak ve peşinden bir insan geldiği yere teslim edilecek!
Henüz gençliğini yaşıyordu, henüz kırkında var ya da yoktu, biz buna orta yaşta diyebiliriz. Asrın hastalığı da denilen kanserdi bu güzel insanın sayrılığı. Bu sayrılık sonucu sona erdi bundan sonraki yaşanacak veya yaşanmamış günleri.
Acı bir telefon SMS ile geldi haberi saat 12.30 civarında!
Eşinin, minik çocuğunun, akrabalarının dostları olan bizim canımızı yaktı ansızın yüreğe düşen ateş.
İyileşecek diyordu dostları ve hiç beklenmiyordu ölümü de, diğer bütün ölümler gibi zamansız ve erkendi.
“Her ölüm erken ölümdür,” diyor Cemal Süreyya.
“Ölüyorum tanrım,
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür,
Biliyorum Tanrım.
Ama ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...”
Birazdan buradan çıkıp giderken, bir kadın geldiği yere teslim edilecek, biz ise görevimizi yapmış olacağız.
Az sonra hepimiz bir yerlerde belki ağız dolusu kahkahayla güleceğiz.
Bir canlının etinden yapılan yemekleri yiyeceğiz arkadaşlarımızla.
Belki bir çocuğun gülüşündeki samimiyetle ısınacağız.
Daha sonra belki sevdiğimizin kollarında ter içinde kalacağız.
Belki biz biraz evvelki zevkli terlemenin yorgunluğuyla huşu içinde derin bir uykuya dalacağız.
Sonra yaşamaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Hani derler ya ateş düştüğü yeri yakar.
Buna rağmen ağız dolusu kahkaha atabileceğiz.
Kimini ise o evin bacasından acının süzülüşünü göremeyecek kadar gözlerini hırs, ihtiras, para, ihanet ve kin bürümüş olacak.
Bir evde ateş henüz kor olamamış ve henüz bunun için vakit çok erkenken.
O evde dualar okunup, yemekler yenirken.
Herkes sıra sıra dizilmiş sandalyelerde oturmuş komşu kadınların elleriyle yaptıkları un helvasını yerken ve kendi içlerindeki acıya dönmüşken.
Az sonra biz ölümü unutacağız, bize hiç yakışmayacağını düşünüp yanımıza yaklaştırmayacağız.
Azrail’imiz ise en yakınımızda, hemen şuracığımızda sabırla bizi bekleyecek.
Yine bağırıp yine kızacağız, yine öfkelenip ve yine hemen unutacağız.
Kavgalar edip birbirini suçlayanlarla dolu olacak her taraf.
Kiminin içi kan ağlarken kim gözyaşlarıyla ruhunu yıkamaya çalışacak, kimi ise timsah gözyaşlarını vitrin yaparak salya sümük olacak!
Kimisi suçunu hafifletmek adına “ortak değerler için gazetelere ilanlar verecek” beklide.
Kimisi çok iyi insandı derken, bazıları ise ortamdan uzaklaşana kadar yorum bile yapmayacaktır.
İşte o evde ölümün soğukluğu uzunca bir süre hiç unutulmayacak.
Bu akşam o evin insanları, hayatın bir çırpıda tükenen kısacık bir kuşkanadı çırpınışı kadar anlık olduğunu yeniden düşünecekler.
Daha dün gece, iyi geceler öpücüğü kondurdukları sıcacık bir yanağın bugün nasıl oluyor da buz gibi toprağa teslim edildiğini kavramakta güçlük çekecekler.
En sevdikleri canlarının bir parçasını kendi elleriyle toprağa gömebildiklerine ve orada bıraktıklarına inanamayacaklar.
Her kapı çalışında, Onun geldiğini zannedecekler. O gelsin isteyecekler. Eşi, kızı onun gelmesi için belkide her gece dua edecek.
Elimizden bir şey gelmemesine yanarak her sabah yeniden uyanacağız, belki kimimiz ateşin sadece düştüğü yeri kavurmasına öfke duyacağız.
Ama sıramız gelene kadar da aynı daire içinde dönerek koşuşturmaya devam edecek, sadece ve sadece; "Işıklar içinde yat" diyebileceğiz!