Bodrum’dan geri dönerken Milas^tan Yatağan yoluna sapacağız. Yolumuzun üzerinde antik şehir Stratonika var. Bu antik şehrin dünyanın ilk Pazar yerinin kurulmuş olmasının yanında bir de ibret verici bir öyküsü vardır. Pazar yerine girişte iki sütunda satılmakta olan ürünlerin fiyat listesi var. Keşke günümüzdeki pazarlarda da öyle bir liste olsaydı. Öyle bir liste olamaz. Zira fiyatlar o kadar çok değişiyor ki. Öyküsüne gelinse kralın oğlu hastalanır. Hekimbaşı ne yaptıysa hastalığına çare bulamaz. Şehzade her geçen gün biraz daha erimekte ve ölüme koşar adımlarla gitmektedir. Kral çok sevdiği oğlu için hekimbaşına oğlumun hastalığını iyileştiremezsen boynunu vurdururum der. Hekimbaşının aklına parlak bir fikir gelir. Mükellef bir sofra kurdurur. Masayı en güzel yiyeceklerle ve içkiyle donatır. Karşılıklı oturup yiyip içerler. İçki ile kafalar iyice dumanlandığında hekimbaşı sorar. Senin bir derdin var ama derdini açamıyorsun. Derdini söylemeyen dermanını bulamaz. Bana derdini açabilirsin der. Şehzade benim derdim o kadar büyük ki anlatılacak gibi değil.
Sonunda kendisini hasta eden derdini açıklar. Ben der üvey anneme aşığım. Hekimbaşı istediğini elde etmiştir. Ertesi gün krala gider ve ben oğlunun hastalığının ne olduğunu çözdüm ama bu hastalığın devası yoktur. Zira oğlunuz karıma aşık der. Kral ne duruyorsun karını versene der. Hekimbaşı sorar. Siz olsaydınız karınızı verir miydiniz? Kral verim tabi der. Hekimbaşı o halde karınızı oğlunuza verin. Zira oğlunuz benim karıma değil sizin karınıza aşık. Bunun üzerine kral devletinin ileri gelenlerini toplantıya çağırır. Tahtını, devletini ve eşini oğluna bıraktığını ve kendisinin bir bilinmeze doğru yola çıkacağını açıklar. Strato yol demektir. Nika’da kralın adı. O olaydan sonra devletin adı Stratonika olarak anılmaya başlanır.
Yola devam edelim. Muğla’ya vardığınızda tarihi hanları ve Saburhane’deki tarihi evleri ziyaret edebilirsiniz. Yayla dedikleri yer bir krater ağzının ovaya dönüştüğü yerdir. Yaylalar yüksekte olur. Muğla’nın yaylası ise çukurda sayılır. Süpüroğlu’nda, Kozlu kahve ve diğerlerinde büryan yiyebilirsiniz. Muğla’nın kebabı ve büryanı çok ünlüdür. Yemenizi öneririm. Muğla’dan Marmaris’e doğru yolumuza devam edelim. Devrant’tan geçerken Gümbetler göreceksiniz. Gümbetler kervan yollarının üzerindedirler. İnşa edilmelerinin üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen içinde toplanılan suyu halen arıtabilmektedir. Ula sapağını geçtikten sonra Sakar dağına tırmanmaya başlarız. Zirveden inişe başladığımızda az ileride minik bir yol kenarı parkı vardır. Orada mola verip şayet yükseklik korkunuz yoksa Gökova’nın doyumsuz güzelliğini doya, doya seyrediniz.
Muğla dilinde yeşile gök derler. Bu nedenle bu yeşil ovanın adına Gökova derler. Ovaya tam olarak inmeden sağa bir yol sapar. Bu yola saptığınızda eşsiz güzelliğe sahip olan azmağa inersiniz. Dağ ile azmağın arasında bir yol vardır. Bu yol boyunca yüzlerce kaynaktan azmağa su akar. Bu pınarları bir kısmı yazın, bir kısmı da kış aylarında akmaz olurlar. Tüm kaynakların suyu buz gibidir. Bu kaynaklar yüzünden Gökova sahilindeki plajın suyu çok soğuktur. Kumsalının kumları çakılsızdır. Azmağın başında minik bir havuz, havuzun giderindeki sular minik bir değirmenin çarkını çevirir. Bakınız o değirmeni geçmişte nasıl anlatmıştım.
Muğla Gökova'da azmağın başında. Yapay gölcüğün akarında minicik bir değirmen vardı suyun çarkını ağır ağır çevirdiği. Değirmencinin bir de yeşil gözlü, güzel mi güzel bir kızı vardı tıpkı peri masallarındaki gibi. Henüz on altı on yedisinde. O güzel manzara değil de kızın güzelliği çekerdi bizi o güzel yere. Bir görünürdü değirmenin önünde. Hemen kaybolurdu değirmenin içinde. Kendisini darı ambarında gören aç tavuk gibi çıksa da bir kez daha görelim diye beklerdik umutla. İçimizde cayır cayır yanan gençlik ateşiyle. Belki de onun gönlünde köylüsü olan bir yakışıklı vardı ki kimseye yüz vermezdi.
Günümüzde hazıra çok alıştırılmış olduğumuzdan bu değirmenin halen çalıştırıldığını sanmıyorum. Yine de görülmeye değer olabilir. Dönüşünüzde köyün fırınından lezzetiyle ünlü ekmeğinden de alabilirsiniz. Marmaris yoluna girdiğinizde ulu okaliptüs ağaçlarının oluşturduğu yeşil tünelden geçip yola devam edeceksiniz. Marmaris’in en güzel denizi Turunç’tadır. En güzel dinlenecek yeri ise doğusundaki günlük ormanıdır. Orman içerisinde orman idaresinin koyduğu masalar ve oturacak yerler vardır. Tulumbalarından da buz gibi su akar. Suyu çok yakından emdiği için su çekerken zorlanılmaz.
Marmaris’ten Datça’ya gitmemek olmaz. Yol boyunca harika manzaraları görmek için mutlaka Datça’ya gidilmelidir. Yol üzerinde adı İnsuyu olmasına rağmen Emel Sayın koyu ile anılan çok güzel bir koy vardır. Balıkaşıran’a vardığınızda bu ismin verilişinin nedenini merak edebilirsiniz. Datça yarımadasında yarım ada o kadar çok daralır ki, güya balık kuyruğunu çırpıp adanın öbür tarafındaki denize atlarmış. Bu nedenle oraya balık aşıran adı verilmiş. Datça’ya varmadan eski ilçe merkezi olan Reşadiye mahallesinden geçilir. Datça’nın en ünlü yapısı Kocakonak bu mahallededir.
Mahallede tarihi değeri olan çok sayıda taş evler vardır. Datça ilçesini oluşturan üç mahalleden biri de Datça mahallesidir. O mahallede de tarihi taş evler vardır. Üçüncü mahallesi ise İskele mahallesidir. İskele’de hükümet konağı ve hastane inşa edildikten sonra Reşadiye’deki ilçe merkezi iskeleye taşınmış ve bu üç mahallenin toplamına Datça adı verilmiştir. Datça’nın sahilleri ve kumsalları çok güzeldir. En güzel kumsal ise Kargı koyundadır. Datça merkezindeki ve Kargı koyundaki havuzlarda kaynayan acı sular merkezindekinde bir, Kargı’daki havuzdan kaynayan acı sular beş değirmenin çarklarını çevirirdi.
Datça Yarım adasında tam dokuz kere Knidos kurulmuştur. Dokuzuncusunun harabeleri yarım adanın bitimindeki burundadır. Diğer Knidos’ların kalıntıları çok azdır. Knidos’a giderken veya dönerken Mesudiye koyuna mutlaka uğranılmalıdır. Zira mutlaka görülmesi gereken bir güzelliğe sahiptir.
Yarın da Fethiye’ye doğru.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *