SİYASET darmadağın oldu. Peşi sıra politika da aynı kaderi paylaştı.
Siyasetüstü ve politikavari hareketler ve hakaretler, dizboyu gidiyor.
Bu gidişe kimse “Dur bakalım” da demiyor.
Hatta diyemiyor.
Neden diyemiyor?..
Türklük ruhunu...
Atatürk’ün siyasi kabiliyetini...
Peşi sıra Meclis’in varlığını...
Anayasal düzenin gerektirdiği demokratikleşmeyi...
...Ve bunun gibi birçok saymadığımız politik gelişmeleri anlayıp da
“Anlamadım” kelimesine yatanlar, aslında çamura yatmaktalar.
Dememeleri de işte bundan...
Ama ne zaman ki siyasi iktidarın “ezici politikalarına” teslim
oldular... İşte o andan itibaren de kâr hanelerini şişirmeye
çalıştılar.
Bundan en çok faydalanan kesim(ler)in ise “belirli basın yayın
organları olduğu” söylenmekte. Yakalanan ayakkabı kutuları da kimin
ayağına uyuyorsa, onlar da tek tek ortaya çıkmakta. Bunlara şimdilik
iddia deniyor. Ama yürütme, nedense bütün emniyet güçlerini
yerlerinden ederken, iddianın asıllığı akıllara yavaş yavaş yanaşıyor.
Basın bu ayakkabı kutularını yazmazsa (yazamıyorsa) ve hükümetle ister
istemez dirsek temasıyla çalışmalarına devam ederse, gün gelir
bağımsızlığını da yitirir. (Zaten yitirmediler mi?..)
Tıpkı bugün yazmak isteyip de yazamadıkları gibi.
Ama onlara sorarsanız, “Biz basın sektörüyüz. Halkın haber alma
özgürlüğünü en iyi şekilde vermeye çalışıyoruz” derler. Fakat bu
dediklerinin hiçbir zaman arkasında durmazlar.
Duramazlar.
“Duruyoruz” diyenler, son ayakkabı kutuları olayında attıkları
manşetlerle halkın gözünde nasıl da küçüldüklerinin farkında
olamadılar. Belki de farkındalar ama kabullenemiyorlar...
BABIALİ GAZETECİLİĞİNİN BUGÜN ZERRESİ BİLE YOK... (TABİİ BAZILARINDA VAR)...
Örneğin, Babıali gazeteciliğinin bugün zerresi dahi yok.
“Neden yok?” denilirse eğer... Tabii ki buna verecek çok cevabımız
vardır. Ama bunlardan birkaç tanesini sıralayalım isterseniz.
Örneğin:
1– 1970’li ve 80’li yılların gazetecilik anlayışı, hiç bugünkü kadar
basitleşmemişti. Bugün hangi basın organına bakarsanız bakın, orada
iktidar ile arasındaki ilişkinin ne derecede olduğunu çok iyi görür,
anlarsınız. Ama bu ilişkiyi kabul etmeyen ve halkın haber alma
özgürlüğünü savunarak, “İktidarın her türlü baskısına” karşı dimdik
durmaya çalışan parmak sayısı kadar az basınımız da var Allah’a şükür.
2– Yazarlar, böylesi bir demokrasi dışı baskıya karşı çalıştıkları o
gazeteden topluca istifa etmeyi dahi düşünmezler. Hem de ekonomik
rahatlıkları olduğu halde. Ama lafa gelince hemen duayen oluverirler.
3– Patronların devlet ihalelerine girerek sonradan bunun kendilerine
silah olarak döneceğini bile bile (sırf kâr etmek için) Türk
demokrasisine darbeyi indirdiler.
Bugün etekleri tutuşan o meşhur ve “Türkiye’de en büyük benim” diye
böbürlenen basın var ya... İşte onlar, baskı rejiminden tekrar normal
hayata döndüklerinde asla kendilerini “Biz masumduk” tarzında günah
çıkaramayacaklar.
Neden mi?..
Daha düne kadar İstanbul Taksim’den tutun, Türkiye’nin bütün
şehirlerinde millet ayaklandı. “Hükümet istifa” diye yürüyüşler yaptı.
İşte bu yürüyüşler sırasında aklımıza 1974’lü yıllar geldi. Hani
TÜSİAD’ın (yani zenginler kulübünün) aralarında anlaşarak Ecevit
hükümetine bayrak açtıkları... Hani bütün gazetelere ilan vererek
Ecevit hükümetini düşürdükleri...
Şimdi aklımıza hemen şu sorular takılıveriyor:
– “Ne oldu da bugün bu kadar katılaştınız?..”
– “Ne oldu da bugün vurdum duymaz oldunuz?..”
– “Ne oldu da bugün demokrasinin tehlikeye girdiğini bildiğiniz halde
göz yumdunuz?..”
– “Ne oldu da bugün, sırf ceplerinizi ve kâr keselerinizi doldurmak
için Türkiye’yi unuttunuz?..”
– “Ne oldu da bugün 1974 yılını unutuverdiniz?..”
Bu soruların tek cevabı vardır:
Nedir biliyor musunuz?..
– “Para... Para... Para...”
CUMHURBAŞKANI, BU KADAR OLAYLAR OLURKEN NEDEN SUSUYOR?..
Cumhurbaşkanı demek, ülkenin cumhuru demek. Yani tek başkomutan demek.
Ama ne yazık ki bugün, başkomutan sessizliğini halâ korumakta.
Ülkemizin geleceği “Çok tehlikeli bir yola girmiş” olarak görünmekte.
Ona yol haritasını çizenler, kabul edilmez kararlara bağlanmak
istenirken... Türkiye’nin kaderinin dönülmez bir yola çıktığını
gösterirken... Cumhurbaşkanı neden halâ susar?..
Ayrıca:
1– Türkiye’nin güvenlik sınırı bu kadar tehlikedeyken...
2– Sınırlarımızdaki PKK’lılar polis teşkilatı kurarlarken...
3– BDP’nin Kürdistan hayali Güneydoğu’muzu tehlikeye sokarken...
4– Sinsi Barzani’nin Türkiye’de parti kuracak söyleminin bölge halkı
için ve Türkiye için tehlikeli hale getirilirken...
5– Güzelim Türkiye’nin siyasi yapısının belirsizliği gittikçe artarken...
6– Yargının bağımsızlığı bir türlü kabul edilmeyerek özgür
çalışmasının önü tıkanırken...
7– Emniyet’in görevi sadece kâğıt üzerinde bırakılmaya çalışılırken...
8– Jandarma’nın da aynı kaderi paylaşırken...
9– Hakimlerin, yargıçların ve hatta başsavcıların çalışması adeta
durdurulurken...
10– “Hem Yasamayız, Hem Yürütmeyiz” iddiasını açıklayan iktidarın
çıkışının demokrasiye karşı devrim niteliğinde konuşma yapılırken...
Cumhurbaşkanı neden susar?..
Niçin susar?..
Anlamak mümkün değil.
Eğer bir ülkede demokratikleşme inadı yürütülmek isteniyorsa, bunun
kanıtını bugünlerde göstermek gerekmiyor mu?..
Hatta ve hatta, bugünkü gelişmeler ve olağanüstü hali aratmayacak
kadar yaşam tarzına alıştırılmak istenen Türk halkının durumu,
Cumhurbaşkanını rahatsız etmiyor mu?..
EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR AMA YARGI DA DEMOKRASİNİN EN
ÖNEMLİ ŞARTLARINDAN BİRİDİR...
İktidar partisi, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, yargının
değildir” diyor. Evet ama o zaman demezler mi, “Yahu egemenlik elbette
ki milletindir. Ama bu milletin kayıtsız şartsız egemenlik haklarını
savunan ve kollayan (ve hatta koruyan) yargı değil midir?..” diye...
Ayrıca, demokrasilerde “yargı”, bağımsızlığın en önemlilerinden bir
tanesidir. Daha doğrusu bağımsızlık demokratik parlamenter sistemin en
önemli ayağıdır. Bu ayağın yaşaması için... Milletin haklarının
savunmasında yargının hak ve özgürlükler adına ön plana çıkması
için... Anayasa’nın da vazgeçilmez unsurudur.
Bu, bugüne kadar Türkiye’de böyleydi. Dünyada da böyle... Ama bugün,
“Hayır efendim, hiçbir ülkenin yargı organı bağımsız değildir”
denirse... İşte bu havanda su dövmek gibi bir şeydir.
Ama doğru, bazı ülkelerde yargı da, yasama da yürütmenin elindedir. O
ülkeler Arap ülkeleridir. Kuzey Kore gibi sistemi kabul etmiş
siyasetçilerin ülkesindedir. Şeriat ve despot sistemi içinde halkını
inim inim inleten ülkelerdedir. Krallıklarla sistemini yürütmeye
çalışan ülkelerdedir. O ülkelerde ne demokrasi yaşatılır... Ne de
adını andırırlar. Varsa da - yoksa da krallık... Askeri başkanlık
sistemini inatla devam ettirmeye çalışan siyasetçiler vardır...
Bunlarda asla ülkesi insanını düşünmek yoktur.
Şimdi ortaya çıkıp da,. “Hem yasamayız, hem yürütmeyiz” demek, bu
ülkelerin sistemini hatırlatır insanlara. Ama nedense cumhurbaşkanı
bunların hiçbirini hatırlamak istemez. Fakat konu Avrupa gezisi
olunca, hemen “Biz demokratik ülkeyiz. Avrupa Birliği olmazsa
olmazlarımızdandır” diyerek demokrasiyi savunur.
Bugünkü ülkenin durumu... sokakların hali... Tüm yurtta insanların
miting yapmasına yönelik emniyet güçlerinin buna izin vermeyişi...
Demokratik hakların Anayasa’da olduğu halde “Avrupa Birliği olmazsa
olmazımızdır” ifadesinin demokrasiye ne kadar uymadığını anlamayanımız
var mı?..
Bu bize inandırıcı gelmiyor.
Bir de sürekli Ortadoğu için “kaynayan kazan” diye yakıştırma
yapılırdı. Nedense bugünkü Türkiye’in manzarası hiç de ondan geri
kalmıyor. Cumhurbaşkanı ise susmaya devam ediyor. Sanki Türkiye güllük
gülistanlık bir ülkeymiş gibi...
Sanki yargının özgürlüğü varmış gibi...
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *