YAZIP GÖNDEREMEDİKLERİMDEN
Hayat yayına veremediğimiz, kimseye okuyamadığımız yazılarla dolu bir kitap sanki. Yazdım ben, hep yazdım ama onlar hiç okumadı. Onlara yazdıklarımdan haberleri bile olmadı hatta. Oysa ben en güzel yazılarımı onlar için yazmıştım. İşte o insanlardan birine yazdığım yazıların birinden bir bölüm…
8 yıl önce merdivenlerden koşarak çıkan uzun kıvırcık saçlı bir yabancıydı o. Yüzüne kapıyı hızla kapamıştım. Benim kapıyı kapamama aldırmadan çalmıştı o gün. “Tanışalım” demişti. Yüzünü gördüğümde korkulmayacak bir şey olduğunu anlamıştım. Daha sonra ki günlerde daha sık kapılarımızı çalar olmuştuk, bir bahane bulup her gün birlikte oturuyorduk. Kahveler sadece onunla içilince kırk yıl hatırlı olabiliyordu.
Hayat birlikte akıyor, bahar onunla geliyor, kış onunla hüzünleniyordu. Mum ışıkları ve müzikler ardına hüzünler saklıyorduk birlikte. Kısa yürüyüşler kocaman beraberlikler doğuruyor, uzaklardan gelen su sesi yakınlarda bir mutluluk yaşamamıza neden olabiliyordu. Kızarmış ekmeğe tereyağı bal sürmek, gökten yağan kar tanelerini tutabilmek, yağmurda ıslanan bir deliyi koşup arabayla eve getirmek, likör içmek, canlı müziklere eşlik etmek, film izlemek, izlediğin bir filmi eleştirmek, dedikodu üretmek, abuk subuk şeylere saatlerce gülebilmek ancak onunla olabiliyordu.
Neyse…
Şimdi zaten o yok…
Aslında var ama yok..
Sokakta oynarken ikide birde mızıkçılık yapan çocuklara döndük biz. Bulduğumuz her sebepten küsebilir, kırılabilir ve bunu uzatabiliriz. Ne küstüğümüze, ne barıştığımıza aklı ermez büyüklerin. Çünkü biz çocuğuz ve çocuksan her şey mübahtır.
Demem o ki çocukluk arkadaşını otuzunda bulduysan kaybetme, sakın kaybetme… Arkadaşlık ve dostluk çok zor bulunabildiği gibi çok kolay ve çok aptal bir nedenden de kaybedilebiliyor.
Geçen sekiz yılın ve verilen tonlarca emeklerin hatırına sesleniyorum sana; bak yine yaz geldi Canan. Geçen yaz olduğu gibi bu yazda küserek tadını çıkaramayacağız. Kim bilir belki de daha kaç yaz?
Yaz geldi…
Sana hoş geldi, bana da boş geldi...