İLK başta şunu söylemek gerekir ki, bu ülke hepimizin. Bu denizler ve
Türkiye’nin havasını hep birlikte soluduğumuz bu doğa, hepimizin. Bunu
kimse inkar edemez. İnkar edenler, sadece ve sadece tek taraflı
düşünerek “Siz” ve “Biz” kavgasını gündeme taşıyanlardır.
“Biz” diyen cemaatçi ve tarikatçı kesim türbanı öylesine korumaya
çalıştılar ki, neredeyse “Siz” dedikleri Cumhuriyetçi tarafa düşman
gözüyle bakmaktalar. Halâ da bu bakışları devam etmekte.
Oysa “Siz” diye düşman kesildikleri Atatürk Cumhuriyetini savunanlar,
hem türbanlının ve hem de modern dünyaya bakışa devam eden ve onu
savunan kadınların hakkını savunmak için var gücüyle çaba
harcamaktadır.
“Biz”i savunan iktidarın Bingöl belediyesinin, son günlerde türbanlı
bayanı şu sözlerle incitmesine ne demeli?..
– “Belediye başkan yardımcılığına ve belediye başkan vekilliğine
bayanları getirmeyi düşünmüyoruz. Dinen uygun değil.”
Hadi bakalım, buyrun buradan yakın.
Cumhuriyet kurulduğundan beri “Türbanlı bacımı işten attılar. Başında
başörtüsü var diye onu bazı yerlere sokmadılar. Kamu binalarının
önünden dahi geçirmediler. Üniversitede bile okuyamadılar” diyerek
Türk kadınının beyinlerini yıkmaya çalışmadılar mı?..
Çalıştılar.
Hem de bal gibi çalıştılar.
Ama bugün çiçeği burnunda olan iktidarın belediye başkanı, türbanlı
bayanı “dinen sakıncalıdır” diyerek belediyede görev vermek istemiyor.
O halde şu belediye yetkilisine buradan soruyoruz:
1– Türbanlı hanımefendi kapı kapı partiniz için (aslında partiniz için
değil, sizin için) dolaşırken dinen sevap mı oluyordu?..
2– Yıllardır “Türbana özgürlük” diyerek Cumhuriyet rejimini
savunanların başının etini yemediniz mi?..
3– Hem türban ve hem de türbanlı kadınları bahane ederken, asıl siz
türbanlı bacılarınızı dışlamıyor musunuz?..
Bu üç sorunun cevabına tek tek açıklık getirmeye çalışırsak, inanın bu
sütunlar yetmez. Hatta onlarca köşenin sınırlarını onlarca kez zorlar.
Ama burada demek istediğimiz esas konu şudur:
a) Türk kadınını “türban - türban” diyerek yıllarca sömürdünüz.
b) Milli görüş adı altında çalışmalarınızı yaparken sizin için çalışan
kadınları ayak bağı gördünüz.
c) Bugün herkesi cemaatçi görerek kapalısı - kapalısı olmayanı kim
varsa hepsini yerinden ettiniz.
Şimdi çıkıp, “Türbanlı bacım” diyerek kimsenin gözünü boyayamazsınız.
Buna ne hakkınız var... Ne de yetkiniz.
Daha düne kadar siz değil miydiniz, “Türbanlı bacımı üniversiteye
almadılar” diye esip bağıran?..
Oysa bugün “Biz” diye övünerek türbanlının hakkını savunduğunuzu iddia
ederken, belediye binasında yetkili olarak çalışmasına izin
vermediniz.
Aslında türbanlı hanımefendiye o izni niçin vermediğiniz kabak gibi ortada.
O da nedir biliyor musunuz?..
Şudur: “Kapı kapı dolaşan, sizin için büyük çaba sarfeden. Yorulan ve
bazen de aç kalan ama sizin için bütün imkanları zorlayarak oyları
söke söke alan bu hanımefendinin yarın (bilemediniz) öbürgün
adaylığını koyacağından ve sizi geçeceğinden korktunuz.
Öyle değil mi?..”
CUMHURİYET KADINI TÜRBANLIYI HER ZAMAN KORUDU AMA BİR TÜRLÜ ANLAŞILMADI!
Oysa Cumhuriyet kadını, Atatürk’ün Türk kadını için yaptığı ve
kadınlara getirdiği hak ve hürriyetleri anlatmaya çalıştı. Fakat bir
türlü türbanlı kadınlar, bunu anlamadı.
Hatta anlamak istemedi.
Cumhuriyeti savunan ve Atatürk ilkelerini sürekli ön plana çıkararak
“Kadınlar, erkekler kadar hürdür” diyen aydın kadınlarımız, aydın
türbanlılara sürekli hak arayışı mesajını iletmişti. Ama nedense
türbanlı kadınlar bunu her zaman kulak ardı ettiler.
Oysa Cumhuriyet kadını şunu anlatmaya çalışıyordu:
– “Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan kadınlar da
erkekler gibi kahveye gider... Kağıt oynar... Bilardo oynar... Çayını
yudumlar... Hatta rakı bile içer... Erkekler ne kadar hak ve
hürriyetten kendilerine yüzde 100 pay biçiyorlarsa... Biz kadınlar da
erkekler gibi yüzde 100 olanaktan yararlanırız. Buna kimse itiraz
edemez...”
Ama Cumhuriyet kadınının savunduğu ve vurgulamak istediği esas konu
ise Cumhuriyeti savunmaktır. Cumhuriyeti savunan kadın şunları iyi
biliyor:
1– Cumhuriyet, kadına özgürlük getiriyor.
2– Cumhuriyet, kadına seçme ve seçilme hakkı veriyor.
3– Cumhuriyet, kadına kendini savunma ve özgür olma hakkı veriyor.
4– Cumhuriyet, kadına (erkekler gibi) her dalda şans tanıyan bir özgür
olma hakkını tanıyor. Yani Mustafa Kemal Atatürk’ü beğenmeyen türbanlı
kadınlar, yine onun sayesinde bugün seçme ve seçilme hakkına sahipler.
Oysa eğer Atatürk, Tük kadınını Cumhuriyet ilkeleri çerçevesine
almasaydı bugün ne AKP’den bir kadın vekil yetkili olarak görev almış
olurdu... Ne de diğer partilerden..
5– Hatta ve hatta Türk kadını, özel arabasını dahi süremeyecekti.
Ama Atatürk Türk kadınını öylesine yüceltmiş... Öylesine
kutsallaştırmıştır ki, kadınların kültürel ve sosyal alanlarından
tutun hemen hemen her konuda erkeklerle eşit haklara sahip olmasını
arzulamış ve bu arzunu da gerçekleştirmiştir.
Bugün bunu inkar edenler ya ikiyüzlüdür... Ya da nerede yaşadığının
farkında bile olmadan, kendisine verilen hakları bildiği halde bu
haklarını partizanlığa feda eden kişilerdir.
Osmanlı dönemine özlemle bakan bazı kadınlar, geçmiş yıllarda harem -
selamlık adı atında bir düşünceyle ikinci plana itildiklerini hiç
bilmiyorlar mı?..
Ama şunu bilmeleri gerekir ki Atatürk ilke ve inkılapları 1926 ile
1934 yıllarında siyasette ve toplumsal alanda erkekler hangi haklara
sahipse, aynı hakları Türk kadınına da vermiştir. Bugün Avrupa diye
ağızları sulanarak bakanlar şunu iyi bilsinler ki, o çok methettikleri
Batı Avrupa ülkelerinin hemen hemen hepsi kadına 1946’lı yıllarda
seçme ve seçilme hakkı vermiştir.
Bugün bir türbanı baz tutarak kadın haklarının Türkiye’de olmadığını
söylemek hem tarihine ihanettir... Hem de Atatürk ilke ve
inkılaplarına.
Düşünebiliyor musunuz İtalya ve Fransa 1946’da... İsviçre ise 1971’de
kadına seçme ve seçilme hakkı verdi.
Ayrıca Türk tarihini beğenmeyen ve Atatürk ilke ve inkılaplarını
istemeyen türbanlı kadınlar, tarih yapraklarını karıştırınca şu
ifadelerle karşılaşacaklardır:
– “...Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, 1926 - 1934 yılları
arasında gerçekleştirilen Atatürk Devrimlerinin bir kısmı, kadınların
sosyal ve kültürel alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma
hayatında, toplumsal yaşamda ve siyasette erkeklerle eşit haklara
sahip olmasını hedeflemiştir. Bu konuda yapılan yasal düzenlemeler,
Türkiye Cumhuriyeti'nde toplumsal alanda yapılan en önemli
yeniliklerdendir ve birçok Avrupa ülkesinden daha önce
gerçekleştirilmiştir. Fransa ve İtalya’da kadınlara 1946’da,
İsviçre’de ise 1971’de seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Atatürk'ün
girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde
bir dizi değişiklik yapılarak, 1930'da belediye seçimlerinde seçme,
1933'te çıkarılan Köy Kanunu'yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme,
5 Aralık 1934'te Anayasa'da yapılan bir değişiklikle de milletvekili
seçme ve seçilme hakları tanınmıştır. Eski Türk Devletlerinde kadınlar
aile hayatında, mirasta, devlet yönetiminde hak sahibiydiler. Osmanlı
Devleti’nde ise İslamiyet'in de etkisiyle kadınlar birçok sosyal,
kültürel ve siyasi haktan mahrumdu. Örneğin; nüfus sayımında toplama
dahil edilmiyorlardı, aile hayatında haremlik-selamlık vardı,
yüzlerini peçeyle örtmek kanunlar nedeniyle zaruriydi, evlenme,
boşanma ve miras işlerinde ikinci plandaydılar ve devlet memuru
olamıyorlardı. Çağdaş, demokratik ve laik bir Türk toplumunu
hedefleyen başta Mustafa Kemal Atatürk, dönemin hükümetleri ve TBMM,
kadınların insan haklarından eşit olarak yararlanması için gerekli
düzenlemeleri yapmışlardır...”
Eğer halâ bu tarihe inanmayan ve Atatürk ilke ve inkılaplarına “yalan”
diyerek kafasını Osmanlıya takanlar var ise (mutlaka olacaktır),
Atatürk’ün Nutuk kitabını ve İslamiyete bakışını iyi okusunlar ve
Türklüğün ne olduğunu iyi anlasınlar.
Anlamaz ve inatla Cumhuriyetin yıkılmasını isterlerse, işte o zaman
Atatürk’ün onlara verdiği seçme ve seçilme hakkını kendi elleriyle yok
etmiş olacaklardır.
Bugün bir türbanlı kardeşimizin belediyede görev yapmasını engelleyen
ve siyasi düşünceden doğan tehlikenin halâ kendilerine yönelik
olduğunun farkına varamamışlarsa, onlara söyleyecek hiçbir sözümüz
olamaz.
Ama şu var ki: Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman yıkılmayacak. Bunu
yıkmaya da kimsenin gücü yetmeyecek.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *